"Bilmezler, yalnız yaşamayanlar
Nasıl korku verir sessizlik insana
İnsan nasıl konuşur kendisiyle"
[Orhan Veli Kanık]
Nermin, pencereden dışarı baktı. Gökyüzünde güneş oldukça alçalmıştı. Hava kararmaya başlamıştı.Nasıl korku verir sessizlik insana
İnsan nasıl konuşur kendisiyle"
[Orhan Veli Kanık]
"Yine akşam oldu," diye düşündü. "Yine akşam oldu..."
Otuz beş yaşında, oldukça güzel bir kadındı. Sarışın, mavi gözlü, orta boylu. Eskilerin 'balık etinde' dediği tiplerden... Ama, kilosundan memnun değildi. Bugünlerde hiçbir şeyden memnun değildi zaten...
Her gün evdeki basküle çıkıp iniyordu.
"Ay! Bugün, yarım kilo fazla gösteriyor. Kilo almışım..."
Başka bir gün: "Oh!... Yedi yüz gram zayıflamışım."
On katlı bir apartmanın otuzuncu dairesinde oturuyordu. Yalnız başına... Hani o kimsenin kimseyi tanımadığı apartmanlardan biri... Asansörde bazen selâmlaşırdı komşularla... Fazla arkadaşı da yoktu iş yerinde. Çok yoğun bir çalışma temposu olduğu için kimseyle samimiyet kuramamıştı. Yapısında da yoktu sanırım. İlk adımı daima karşı taraftan beklerdi her zaman...
Hiç evlenmemişti. Kısmeti çıkmadı mı? Çok... Ama, bazılarını o beğenmemişti. Bazılarını da ailesi istememişti. 'Üzümün çöpü, armudun sapı var,' örneği... Anlayacağınız evde kalmış bir kızdı o...
"Cıkk, cıkk, cıkk!" dedi içinden... Geçmiş zamana ve geçip giden gençliğine hayıflanıyordu. "En iyi arkadaşım yalnızlık oldu yıllardır," diye düşündü. Ahh! Yalnızlık... Artık taşınması zor bir elbise gibiydi omuzlarında. Allah’ım! Bıktım artık, yalnız yaşamaktan...
Kalbinde bir sızı hissetti. Gözleri dolu dolu oldu. İçini çekti. Usulca başını eğdi, tırnaklarına baktı.
"Ojemin rengini değiştirsem mi? Tırnaklarımı da törpülemem gerek..."
Sinirli bir şekilde, ellerini saçlarının arasından geçirdi. Bakımlı bir kadındı. Ayda bir kuaföre gider saçını boyatır, manikürünü, pedikürünü yaptırırdı. Kullandığı güzellik malzemelerine de yüklü bir para ödüyordu gerektikçe.
Acı acı gülümsedi. "Ne için, kim için?" diye düşündü.
"Elimi tutan bir el olsaydı, gözüme bakan bir göz olsaydı. Beni benden başka düşünen biri olsaydı... Ne olurdu Tanrı'm..."
Gözleri bulutlandı birden: "Tren çoktan kaçtı ve ben arkasından bakakaldım..."
Mesai saati bitmişti. Masasındaki eşyalarını topladı. Bürodan dışarı çıktı. Büyük şehrin kalabalığında buldu kendini. Taşıtlar ve insanlar. Çift yönlü bir akış. O da, insan selinin arasına karıştı. Markete uğraması gerekiyordu. İş yerinin hemen yakınındaydı alışveriş merkezi. Yürüdü gitti. İşte çeşit çeşit dükkânlar... Alışveriş merkezinin içinde iki yanda sıra sıra dizilmişler… Giyim mağazaları, şarküteriler, mutfak eşyası satan mağazalar, bijuteri, çeyiz ve güzellik malzemesi satan mağazalar, market, kitapçı, cafeler...
Vitrinleri seyrederek ve vitrinlerde kendini seyrederek yürüdü, gitti.
Gelinlikçi dükkânının önünde durakladı. Yeni gelen modeli hayran hayran seyretmeye başladı. Rüya gibi bir gelinlikti bu... Üstü gipür dantel. Oldukça açık, kolsuz. Belden, çok güzel bir bollukla yere kadar iniyordu. Etekte yer yer çiçekler vardı. Alıcı gözüyle baktı. Kendini bu gelinlikle hayal etti. Başında duvağı, elinde gelin çiçeği, damat beyin kollarında mutlulukla dans ediyor. Gözleri gözlerinde. Bir vals çalıyor onlar dönüyor, dönüyorlar. Hafifçe içini çekti. Ne kadar da isterdi gelin olmayı...
"Hangi kızın hayali değildir gelin olmak... İstemekle olmuyor," diye düşündü.
Maalesef, bir aday da yoktu görünürlerde...
Hiç acele etmeden markete doğru yürüdü... İçeri girdi.
Çantasından ihtiyaç listesini çıkardı. Ağır ağır alışverişini tamamladı. Dışarı çıktı.
Hava iyiden iyiye kararmış ve elektrikler yanmıştı. Otobüs durağına doğru ilerledi. Bacağında hafif bir temas hissetti. Korkuyla sıçradı. Neredeyse düşüyordu.
Baktı, minik bir kedi yavrusu... Yüzüne bakarak, "miyav!" diyor. Gözlerini, bir kapayıp bir açıyor...
Kediye doğru eğildi:
- Canım... Aç mısın sen? Yoksa benim gibi yalnız mısın?
- ...
- Gel bakayım...
Poşetteki ekmekten bir miktar böldü. Küçük küçük doğrayıp, yavru kedinin önüne koydu. Minik yavru ekmeği kokladı. Nermin'in yüzüne baktı, miyavladı. Beğenmemiş gibiydi.
Nermin bu defa bir parça peynir verdi. Yavru kedinin iştahla çabuk çabuk yeyişini seyretti.
Yürüdü durağa doğru... Otobüsü beklemek için durdu.
Gözleri otobüsün geleceği yönde dalıp gitmişti yine...
Yumuşacık bir dokunuş hissetti bu defa bacağında...
Yavru kedi peşinden gelmiş, kuyruğunu bir sağdan bir soldan bacağına sürtüyor, sanki teşekkür ediyordu ona. Hafifçe gülümsedi.
Bir şarkı sözü geldi aklına: ”Bir kedim bile yok, anlıyor musun? Hadi gülümse.”
- Kedicik, seni alıp götüremem, burada kalmalısın canım...
Otobüs geldi. Yavru kediye son defa bakıp bindi. Oturacak yer vardı neyse. Camdan, şimdi tıklım tıklım ama bir müddet sonra boşalacak olan caddelere dalgın gözlerle bakarak yolculuğunu tamamladı.
Ağır adımlarla apartmana girdi. Asansörle yukarı çıktı. Anahtarını çıkarıp evinin kapısını açtı. Aldıklarını mutfak masasına bıraktı. Doğru banyoya gitti. Elini yüzünü yıkayarak dışarının kirini, pisliğini üzerinden atmak istiyordu.
Banyoda, aynaya iliştirilmiş bir not vardı.
Orhan Veli’nin dizeleriydi bunlar. Kendi durumuna birebir uyan bu dizeleri, kendi yazıp koymuştu oraya.
Gözleri kâğıda ilişti...
Artık ezbere bildiği dizeleri, aynada kendi gözlerine bakarak yüksek sesle okudu:
- Bilmezler, yalnız yaşamayanlar
Nasıl korku verir sessizlik insana
İnsan nasıl konuşur kendisiyle
Nasıl koşar aynalara
Bir cana hasret, bilmezler.
Elini yüzünü yıkadı, kuruladı. Mahsun mahsun salona geçti. Müzik setini de açtı...
Bütün ev seslerle doldu. Mutfağa geçti.
"Nasıl geçti habersiz... O güzelim yıllarım..."
Kolonlardan şarkının tatlı nağmeleri dökülürken; Nermin, tek arkadaşı yalnızlığı içinde, yemek hazırlamaya başladı...
[İnci Arslan | Üç Yalnızlık | 18 Ekim 1999 | Avcılar-İstanbul]
2 yorum:
Yorumlarınızı da beklerim Sayın Okuyucum...
nermin' in yalnızlığı biraz da huzur, bence...)))
Yorum Gönder