Mutlu İnsan Olmak

Çok sevdiğim yeğenlerimden biri bana "Kahve Dediniz de..." başlıklı aşağıdaki iletiyi gönderdi. Okudum ve çok hoşuma gitti. Beğenilerinize sunmak için sizlerle paylaşıyorum.

Kariyer yolunda ilerleyen bir grup yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak uzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes birer bardak seçtikten sonra, profesör şöyle söyler:


Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiçbir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil... Ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.

Şunu bir düşünün: Hayat kahvedir. İş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayatı tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak Tanrının sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.
Kahvenizin tadına varın!
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler.
Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

Basit yaşayın. Cömertçe sevin.
Birbirinize derinden itina gösterin...
Nazik olun.

Evet Sevgili Günlük...
Şimdi kendimi sorguluyorum:

1. Ben olsam ne yapardım?
2. Kristal mi, cam mı, porselen mi ya da plastik bardak mı seçerdim?
3. Seçtiğim bardak pahalı mı, ucuz görünümlü mü, özel olan mı olurdu?
4. Bardağa mı odaklanırdım yoksa içindeki kahvenin tadına mı?
5. İş, para ve toplumdaki konumumuz yaşadığımız hayatın kalitesini belirler mi?
6. İş, para ve toplumdaki konumumuz yaşadığımız hayatı değiştirir mi?
7. En önemlisi: iş, para ve toplumdaki konumumuz yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemeli mi, hatta değiştirmeli mi?
8. Aslında, iş, para ve toplumdaki konumumuz streslerimizin ve problemlerimizin kaynağı mıdır?

9. a) Basit yaşamak, b) Cömertçe sevmek, c) Birbirimize derinden itina göstermek, d) Nazik olmak... Bunların kaçını yapabiliyoruz? Kaçını, karşımızdakilerden bekliyoruz?

İşte bütün mesele bu. "To be or not to be..."
Soru/Yorum... Düşün, düşün...

Sonsöz: Ben Mutlu İnsan Olmak İstiyorum...

Paylaşın!

Bookmark and Share

1 yorum:

EditorŞey dedi ki...

"En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler.
Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

Basit yaşayın. Cömertçe sevin.
Birbirinize derinden itina gösterin...
Nazik olun."

Şimdi, bu görüşe katılmamak elde değil.

Ancak, işin özüne bakınca anlıyoruz ki, bu değerlendirme, her zamanki gibi Doğulu, durağan ve en çok da yalnızca "seyreden bir insan" yaşantısını vurguluyor.
Dış görünüşe önem vermemek gerektiği, giysiye değil, giysinin içindekine bakmanın doğru olacağı söyleniyor. Daha eskilerin "Zarf mı, mazruf mu?" sorusunun bir başka biçimi. (Mazruf, zarfın içindeki anlamında bir sözcük).
Bu tür söylenceleri yaygınlaştırmaya çalışan toplumumuzun genel yapısına baktığımızda, çoğunluğun "üniforma tutkunu" olduğunu görüyoruz. "Amir-memur" ayrımı çok sıkça vurgulanıyor ve böylece, yaşamın yalnızca bu ikilemden oluştuğu, bir başka yol olmadığı izlenimi yaratılmak isteniyor.

Açıyı değiştirisek, "seyir" de yaşantının bir parçasıdır diyebiliriz. Seyredilen ne kadar etkinse, seyir de o kadar doyurucu olur.

Yaşamı, yaşanılan çerçeveden çıkardığımızda, onu anlayabilmemiz zorlaşır. Çevremizdeki nesnelerin, kullandığımız eşyaların da bir dili vardır. Onların da, birer artı-değeri, yaşama birer katkısı vardır.

Geçmişte çekilmiş bir fotoğrafımıza baktığımızda, o anki duruşumuz yetmez o günümüzü anlatmaya. İçinde bulunduğumuz mekânı dolduran şeyler, nesneler... Üzerimizdeki giysiler, elimizde tuttuğumuz nesneler, daha çok konuşur, daha çok söz söyler yaşadığımız anla, zamanla ilgili olarak.

"Geçen zaman" gerçekte pek de geçmez. Geçip gitmez... Nesnelerin, eşyaların içine saklanır, geçen zamanın çoğu. Şu sıra üzerinde durduğumuz Tanpınar ve Haşim gibi şairler, zamanın bu akıp giderkenki "azalışını, eksilişini" çok iyi anlatırlar...

Yılmaz Erdoğan "Hepsi Bu" adlı şiirinde şöyle diyor :
"artık zaman bile yetmiyor
yaşadığımızı sanmaya

yine de ışıklar bu kenti
güzelmiş gibi gösteriyor
geceleri...

geceler...
yani
Ahmet Haşim'in kafiyeleri..."

Evlerimizdeki eşyalar, bunların düzenleniş biçimleri, önem sıraları yaşamdan ne anladığımızı da açığa vurur...
Daha da ötesi, ben kendimi çoğu zaman, kenarda, köşede duran, yararlanılmayı sessiz sedasız bekleyen bir nesne, bir eşya gibi görürüm. Varlığımın, kendimi öne çıkarmadan fark edilmesini beklerim. Yüreğim pır pır eder durur: ha fark edildim, ha edileceğim diye.

Fark edilmek, varolmanın gerçek ölçüsü gibi geliyor bana. Çağımın evrensel değerlerinden birçoğunu fark etmiş, özümsemiş, yaşantısına elden geldiğince uyarlamış bir insanım. Bu değerleri kendi içinde taşıyor olmak, "sırtında taş taşımak"la aynıdır bence günümüzde.

Kurban durumuna düştüğümüz, düşürüldüğümüz anları teraziye koyduğumuzda, Cemal Süreya'nın dediği gibi bir şey diyebilme hakkımız var: "Aldığın bu can, değerlidir. Değerini bil. Biliyorsan, üstü kalsın!"

Sen de öylesin İnci. Bir değil, birçok bakımdan değerlisin. Bunun farkındasın...

Selamlar...

Related Posts with Thumbnails