Bir Anı | 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi

Kadın hızla yataktan fırladı. Gece yarısı onu uykusundan uyandıran neydi. Birden, bir sallantının ortasında bulmuştu kendini. “Ne oluyoruz,” diye düşündü...
Ne oluyordu? Bir yandan uyku sersemliğini üstünden atmaya çalışıyor, bir yandan da hızlı bir şekilde düşünüyordu. Yer sarsılıyor. Deprem! ”Oğlum, eşim!.. Hemen aşağıya inmeliyiz. Üstüm başım...”
Salonda uyumuştu. Hızla yatak odalarına yöneldi. Hem yürüyor, hem de oğluna ve eşine sesleniyordu.
— Serkan, Ahmet!
Yer sanki ayağının altından kayıyordu. Kalbi de bedeninden ayni şekilde fırlayacakmış gibi atıyordu. Derinden derine bir çatırtı sesi duyuldu. Sanki yerin altı inliyordu. Uğultu ve sallantı devam ederken evin içinde devrilen eşyaların sesi geldi. Ayni anda Ahmet Bey ve oğlu Serkan odalarından koridora çıktılar. Oldukları yerde birbirlerine baktılar. Gözgöze geldiler. Ayni anda ayni şeyi düşündüler. Kirişlerin altı!
Kirişlerin altında durmak lazım. Sarsıntı çok şiddetli... Aman Allah’ım ev âdeta bir ileri bir geri gidiyor. Yıkılacak, yıkılacak!.. Dayanmıyacak galiba...
Onlar kirişlerin altında âdeta donmuş gibi dururlarken ev beşik gibi sallanıyordu...
Evin dar koridorunda üç yetişkin insan, üç ruh, üç nefes sessizce kâbusun bitmesini beklediler. Çok uzun gelen bir zaman sürecinden sonra, nihayet sarsıntı durdu. Hemen el feneri, anahtar ve bir ceket alındı. Aynı anda elektrikler kesildi. El fenerinin yardımıyla hızla aşağı indiler. Karanlıkta merdivenler hem yüksek, hem çok fazla görünüyordu. Apartman sakinleri ayni anda dairelerinden çıkmış olsa gerek yoğun bir trafik var merdivenlerde...
Sonunda kendilerini zifiri karanlığın içinde buldular. Oh! Nihayet açık havadaydılar.

Her yer karanlık ve garip bir sessizlik hüküm sürüyor. Oldukları yerde hiç kımıldamadan kendilerini, birbirlerini ve sessizliği dinliyorlar. Birdenbire karanlığı yırtan bir ses duyuldu:
Ah! Ahh! Ahhh!
Birine bir şey oldu, ama ne? Karanlıkta çığlık atan adamın sesini dinliyorlar şimdi... Sessizlikte, yeniden sesler yükseldi:
Ah! Ahh!
Kim bu?
Ah! Ahhhh!
Ses karşıdan geliyor.
Yahu yardım edin adama!

Onlar kımıldamadılar, kımıldayamadılar ama komşu Hulusi Bey o tarafa doğru seğirtti. Karanlıktan bir takım sesler geliyor şimdi, bir kuyudan çıkar gibi...
Ayağım...
Ahh! Ahhhh!
Bir araba yok mu? Hastaneye gitmesi lazım...
Aniden sesler çoğaldı. İnsanlar üzerlerine serpilen ölü toprağından aynı anda kurtuldular sanki... Sokaktaki arabalar, evlerin yıkılma ihtimaline karşı arsaların kenarına çekiliyor. Farların aydınlattığı yolda koşuşan bacaklar, kaçışan insanlar... Kurtulma iç güdüsü bu...
Aman Allah’ım! Bu nedir? Alevler...
İlerde yangın var!
Ne depremdi ama... Hepimize geçmiş olsun.
Geçmiş olsun... Uzun sürdü. Mutlaka bir şeyler olmuştur bir yerlerde...

Bir komşu, minibüsüyle yaralıyı alıp hastaneye götürdü. Yeni gelenler birbirlerine soruyorlar:
Ne olmuş? Ne olmuş?
Karşı apartmandan bir adam... Kaçayım derken apartımanın cam kapısına çarpmış. Kırılan camlardan ayağı kesilmiş... Çok kan kaybediyordu, hastaneye götürdüler...

Komşuların içi rahatladı. Neyse, adam hastaneye kaldırılmış. Orada, gereken yapılır diye düşünüyorlar. Artık kendi işimize bakalım. Gözler karanlığa alıştı. Herkes sokağı boşaltıyor şimdi... Yan taraftaki arsaya gidiyorlar.
Ahmet Bey ve ailesi de yan taraftaki arsaya gittiler. Kaldırım kenarına oturdular. Apartman sakinleri birbirlerinin yakınındalar... Çocuklar ana ve babalarına iyice sokulmuşlar, uykulu uykulu etraflarına bakıyorlar.

Her kafadan bir ses çıkıyor:
Ben uyuyordum, ne olduğunu anlamadım. Bir de baktım ki deprem oluyor.
Ben de uyuyordum. Annem uyandırdı.
Saat kaçta oldu deprem?
Tam 3.02'de. Hemen saate baktım.
Çocuklar çok korktular...
Allahım sen koru bizi! Yarabbim...

Karanlıkta sağa sola gidenler. Arabalarını kaldırım kenarına park eden insanlar... Korkudan birbirine sokulan insanlar. Ağlayanlar, ağlayanlar...
İtfaiyenin siren sesleri... Ne çok itfaiye aracı gidiyor. Yangın büyüdü. Alevler karanlığı yararak gökyüzüne çıkıyor...

Bir araba geldi, yanlarında durdu. İçinden çıkan orta yaşlı bir bey önce apartmana baktı. Apartman karanlıkta bir heyulâ gibi gözüküyor ve yerli yerinde duruyordu. Yaşlı bey, heyecanla sordu:
Metin nerede? Metin nerede?
Hangi Metin?
Metin Şen!
Bilmiyoruz. Buralardadır. Bir şeyimiz yok.
Siz nerden? Sizde bir şey var mı?
Ben Avcılar Şükrü bey... Hiç sormayın. Karşımızdaki apartman çöktü. Beş kat birden. Sadece en üst kattan iki kişi çıktı...

İnsanlar korkuyla başlarını çevirip konuşan adama sokuldular... Yürekleri taş kesilmiş... Beyinleri söylenenleri algılamak için uğraşıyor sanki...
Ya! Eee...
Yaa... Enkazdan 'İmdat! Bizi kurtarın,' diye sesler geliyor. Çok karanlık... Yapılacak bir şey yok...
Ellerini iki yana açıyor, çaresizcesine...


Herkes felâkete uğrayanlara acıyor ve “Çok şükür bizim bir şeyimiz yok,” diye düşünüyor.
Yine eski yerlerine dönüyorlar. Yıkılan evi ve enkaz altında kalanları unuttular bile... Onlar şimdi kendi durumlarını düşünüyorlar. Yeni bir deprem olacak mı diye bekliyorlar. Yürekleri “pıt, pıt, pıt “ çarparak...
Arabaların radyoları dinleniyor merakla... İşte beklenen haber:
İstanbul’da saat 3.02’de şiddetli bir deprem olmuştur. Deprem 45 saniye sürmüştür. Depremle ilgili haber merkezimize gelen bilgileri anında size ulaştıracağız...

Kadın içinden tekrarladı. 45 saniye. 45 saniye haa!..
Halbuki birkaç dakika gibi gelmişti. Korku muydu bu uzun süre sallandı intibaını veren?
Kadın oturduğu yerden etrafını izlemeye ve haberleri dinlemeye devam etti her saat başı... Yeni gün nelere gebe, diye düşündü. Neler oldu bu gece... Sabah ola, hayır ola...
Merak ediyordu bir çok şeyi. Zaman zaman artçı sarsıntılar devam ediyor. Ama bunlar ilk sarsıntı kadar korkutmuyor. Çünkü hem dışarıdalar, hem de emniyetteler bu açık arazide...

Ama cep telefonları çalışmıyor. Haberleşme yok ne yazık ki...
Sinir bozucu uzun bir bekleyişten sonra ortalık yavaş yavaş ağarmaya başladı. Etraf yavaş yavaş seçilmeye başladı. Güneş ufuktan yükselirken altın ışıklarını yer yüzüne saçıyordu. Gerçeklerin su yüzüne çıkma zamanı gelmişti artık...

Saat 6.00’da eve girdiler. Onlar yeni girmişti ki bir sarsıntı daha oldu. Bu ilki kadar şiddetli değildi. Bu sefer dışarı çıkmadılar. Elektriklerin gelmesini beklediler. Elektrikler geldi. Televizyonu açtılar. Her kanalda deprem haberleri ve görüntüleri... Deprem, çok geniş bir alana yayılmış.

Adapazarı, İzmit, Gölcük, Yalova ve İstanbul-Avcılar en çok zarar gören yerler... Bu büyük bir felâketti. Yaşanan dehşetin görüntüleri yürek sızlatıyor. Enkaz, enkaz, enkaz yığınları...
Altında çıkarılmayı bekleyen binlerce yaralı ve ölü insan...
Kırk beş saniye süren güçlü bir tokadın izleri ve sonuçları bunlar... Görüntüler korkunçtu.


Aile fertleri oturdukları kanepede arkalarına yaslandılar ve birbirlerine baktılar üzüntü dolu gözlerle... 'Allahım sen yardım et felâketzedelere,' dedi kadın.
Sonra, hepsi birden derin bir soluk aldı. Bu solukta, ucuz kurtulmanın ve yaşıyor olmanın sıcak sevinci gizliydi sanki...
Her şeye rağmen hayat güzeldi ve yaşanmaya değerdi...

İnci ARSLAN 20.09.1999 İstanbul


17 Ağustos 1999 Marmara depreminde
hayatını kaybedenleri saygıyla anıyorum...

Paylaşın!

Bookmark and Share

4 yorum:

EditorŞey dedi ki...

'Her şeye rağmen hayat güzeldi ve yaşanmaya değerdi...'

Çok önemli bir anı, çok önemli bir anımsatma...

Ne var ki, birçok İstanbullunun artık 'bir depremlik canı' kaldığını unutmamalı.
Önümüzdeki depreme karşı hazırlıklı bulunmalı.

İnci dedi ki...

Evet çok doğru söylüyorsun.. Teşekkür ederim.

Yaşamın kıyısında dedi ki...

Sevgili İnci,
blogunun sessiz ve emin adımlarla ilerleyişi çok güzel,devamını dilerim.
Sevgiler...

İnci dedi ki...

Çok teşekkür ediyorum.

Related Posts with Thumbnails