Duygusal Şiirler II | Ölüm

Şairler en güzel şiirlerinden büyük bölümünü yaşam ve ölüm üzerine yazmışlardır. Bu temaları birbirini bütünleyen ya da tamamen birbirine karşıt olarak tanımlayabiliriz. Ancak "yaşam ve ölüm" gözardı edemeyeceğimiz gerçeklerdir. Günlüğümün bu bölümünde, "ölüm"e ilişkin şiirler yer alacak. "Yaşam"a ilişkin derlememiyse bundan sonraki bölüme koymayı düşündüm.

Sevdiğim şiirlerden, bu temalarda örnekler vermek ve sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yeni öğretmen olduğum yıl İstanbul Boğazında bir kaza olmuştu. O yıl Arnavutköy Amerikan Koleji mezunu bir genç kız yalının denize bakan odasında uyuyor ve bir gemi o sırada yalıya tam da onun uyuduğu odadan çarpıp içeri giriyor. Kızcağız öldü ve yıl sonu çıkarılan okul almanağına şunları yazmış. "Hayat bir hikâye gibidir. Uzun olmasının ne önemi var. Yeter ki iyi yaşanmış olsun."
Sanki genç yaşta öleceğini hissetmiş gibi bunu yazmış diye düşünmüştüm. Bu yazı beni çok etkiledi ömrüm boyunca.

Sizlere de iyi yaşanmış hayatlar diliyorum. "Dünya iki kapılı bir handır. Gelen gider, konan göçer." Dilimize yerleşmiş bir söz. İnsanımız, inanılmaz güzel şeyler bulup söylemişler bu konuda.


Kuş Suda Ölürse

Kuş suda ölürse, matem tutar balıklar
Deniz durulur, yapraklar dökmez, rüzgâr esmez
Kuş suda ölürse, tüy kaplar köpükleri, yakamozları
Bölük pörçük namelerde kısım kısım sessizliktir.
Ve içinden karanlığın içimliği
Ne istekli bir pençe, ne de şefkatli avuçlar kalır
Her şey yalnızlığı çağırır.
Kuş suda ölürse, güneş sonsuzluğa ağarır.

(...)


Üstü Kalsın


Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...

Cemal Süreya


Sonbahar

Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.

Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir.
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.

Dünyanın ufku gözlere gittikçe tar olur.
Her gün sürüklenip yaşamak ruha bar olur.
İnsan duyar yerin dile gelmiş sükutunu;
Bir başka musikiye geçiş farz eder bunu.

Teslim olunca vadesi gelmis zevaline,
Benzer cihana gelmeden evvelki haline.

Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya:
Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;
Fark etmez anne-toprak ölüm maceramızı.

Yahya Kemal

Yahya Kemal, "Sonbahar" adlı bu şiirinde, yalnızlığın hüznü içinde, hayatının sonuna gelmiş bir insanı, sonbaharda yaşam savaşı veren yaprağa benzetiyor.


Sonbahar Ayini

Tişre deniz. Tırıs rüzgâr.
Işıkların içinden geçen sabah
Theresa Berganza'nın sesinden
süzülen gamlı, uzun yola çıkmış
yalnız kuş. Gökyüzünde bulut,
bulutta biçim, biçimde gizlenen
telaş, telaşı besleyen vatos zaman,
zaman: Yaprağa yürüyen su,
damara yürüyen kan, durup bekleyen
tişre deniz: Kalanlar, gidenler,
içimden geçen ışık, karanlık,
içimden geçen vurgun.

Bir gece, bir gece daha kaldı-
yetişsin içimden geçen siyah tren.

Enis Batur



Güzde Unutulmuş

Saat yedi buçuğuydu güzün
Ve ben bekliyordum
Kimi beklediğim önemli değil.
Günler, saatler, dakikalar
Bıktılar benle olmaktan
Çekip gittiler azar azar
Kaldım ortada, tek başıma

Kala kala kumla kaldım
Günlerin kumuyla, suyla
Bir haftanın artıklarıyla kaldım
Vurulmuş ve hüzünlü

Ne var, dediler bana Paris'in yaprakları
Kimi bekliyorsun?
Kaç kez burun kıvırdılar bana
Önce ışık, çekip giden
Sonra kediler, köpekler, jandarmalar

Kalakaldım tek başıma
Yalnız bir at gibi
Otların üstünde ne gece, ne gündüz
Sadece kışın tuzu

Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar
Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.

Saçma ama bu böyle
Bir çırpıda oldu bunlar
Apansız bir yalnızlık
Belirip yolda kaybolan
Ve ansızın kendi gölgesi gibi
Sonsuz bayrağına doğru koşan.

Çekip gittim, durmadım
Bu çılgın sokağın kıyısından
Usul usul, basarak ayak uçlarıma
Sanki geceden kaçıyor gibiydim
Ya da karanlık, kükreyen taşlardan

Bu anlattıklarım hiçbir şey değil
Ama başıma geldi bütün bunlar
Birini beklerken, bilmediğim
Bir zamanlar.

Pablo Neruda


Adım Sonbahar

nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır

oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar

Attila İlhan


Sonbahar


Sonbahar-ki acının değişmez dipnotudur-
Sesinin solgun göğünde
Küçük bir yıldızla bir harfi tutuşturur.
Savrulur her yana kavruk kelimelerle,
Yüreğini acıyla buruşturur.
Bakışının pasıyla zırhlanan dünya,
Binlerce pıtrak yapıştırır yüzünün kumaşına
Sonbahar-ki doyumsuz bir aşkın sonudur.

Metin Altıok


Sonbahar Düşünceleri

Sonbahar geldi yağmurla beraber
Boynu bükük duruyor kasımpatı
Ölümü düşündürür oldu geceler
Yaz güneşinde bıraktık hayatı
İnsan böyle de mahsun olurmuş meğer
Ansızın silindi renk saltanatı
Yaz güneşinde bıraktık hayatı

Ufuk yaşli, bahçeler kırık dökük
Geceler uzun, geceler korkulu
Ümitler savrulmada köpük köpük
Zamanı unutuyor insanoğlu
Dünya dediğimiz ne kadar küçük
Toprak endişeli, gökler buğulu
Zamanı unutuyor insanoğlu

Çiğ yağıyor, çiğ yağıyor camlara
Dualarla ağlamakta gökyüzü
Çıldırtıyor insanı bu manzara
Bu mevsim törpülüyor ömrümüzü
Selam gözü yaşli hazin akşamlara
Artık düşünemez olduk gündüzü
Bu mevsim törpülüyor ömrümüzü

Belli değil nasıl yaşadığımız
Boşuna dönüyor yel değirmeni
Düşünceler yorgun, hayaller yalnız
Bu mevsim, bu mevsim ağlatır beni
Mum aleviyle söndü varlığımız
Su hava bambaşka, şu koku yeni
Bu mevsim, bu mevsim ağlatır beni

Nereye güzel kırlangıç nereye
Ölümlerden ölüm beğenmeye mi
Gel, sonsuza açılan pencereye
Birlikte dolaşalım şu alemi
Ve bir daha dönmeyelim geriye
Kırlangıcım, beni de götür e mi
Birlikte dolaşalım şu alemi

Sevinci gül yaprağında bıraktık
Badem dalında kaldı gençliğimiz
Aynaya korkulu gözlerle baktık
Şimdi ömrün lezzetinde değiliz
Yeter ki bitsin şu uzun karanlık
Yeter ki sükunet bulsun şu deniz
Şimdi ömrün lezzetinde değiliz

Bir endişe var kalbin vuruşunda
Yere serildi alev gölgeler
Hayalin erişilmez yokuşunda
Sürüdü zamanı o dev gölgeler
Neden bu yaş dağların duruşunda
Neden böyle perişan düşünceler
Sürüdü zamanı o dev gölgeler

Binbir üzüntüyle ettik sabahı
Haber yolladık ümitsiz güneşe
Alıştık geceye, sevdik siyahı
Veda kalplerimizde yanan ateşe
Leylak dalında unuttuk günahı
Aşkı beraber götürdü menekşe
Veda kalplerimizde yanan ateşe

Bir keman çalınmada dokunaklı
Bir keman çalınmada hazin hazin
Nur yüzlü gelinler siyah duvaklı
Lezzeti kalmadı gençliğimizin
Toprağın altında bir alem saklı
Beklediği var şu hırçın denizin
Lezzeti kalmadı gençliğimizin

Kervansaray uzaklarda, yol uzun
Bütün kuvvetiyle esiyor rüzgâr
Manası küçüldü artık sonsuzun
Bu mevsim, bu mevsim ilk ve sonbahar
Anladık geldiğini sonumuzun
Birbiri ardından çözüldü yıllar
Bu mevsim, bu mevsim ilk ve sonbahar

Ümit Yaşar Oğuzcan


Uyanık, uykuda

Ben bir leyleğim, uykuda uyanık/ güz geldi artık
Göçüyorum yarı uyur, yarı uyanık.

Ali Püsküllüoğlu


Otuz Beş Yaş Şiiri

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Cahit Sıtkı Tarancı


Merdiven

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Ahmet Haşim


Ölüm gözlerimde bugün
Sanki Nilüfer kokuyor.
Sahilinde oturmuşum sanki sarhoşluğun.

Ölüm gözlerimde bugün
Üstünden çok geçilmiş bir yol gibi,
Gurbetlere seferden döner gibi kafileler...

Ölüm gözlerimde bugün
Bir peçe kalkar gibi gökyüzünden,
Kişi o bildiği maksada erermiş gibi.

Ölüm gözlerimde bugün.
İnsanın göreceği gelmiş gibi yuvasını
Senelerce süren bir esaretten sonra...

(Bir Mısır şiiri)

İşte, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Sonbahar"a bakışı:

Yarın bir gül açar bu bahçelerde,
Belki son çığlığı boğulanların.
Ne çıkar; sonu bir neşe ve hüzün
Sükut defne dalı bir yorgunluğa.

Paylaşın!

Bookmark and Share

0 yorum:

Related Posts with Thumbnails