Yeni Yıl | 2014


Sevgi bestesinin tınılarını tüm insanların yüreğinde hissedeceği, hüzünlerinizin dostluklarla silineceği, ümitlerinizin hiç bitmeyeceği, sağlık, mutluluk ve başarı dolu bir yılı sevdiklerinizle birlikte geçirmeniz dileğiyle. Yeni yıl size sağlık, mutluluk, başarı ve bol kazanç getirsin! Neşe dolu bir yıl geçirin!

Yeni bir yıla girerken sevgi ve barış diliyorum. Savaşların, acıların ve felaketlerin, geçip giden koca bir yıl gibi geride kalması umuduyla...


Nice Mutlu Yıllara!
...Yorumlayın-Paylaşın...

Bugün Değişik Bir Ruh Hali İçindeyim

GÜZ DÜŞÜNCELERİ

Bu sabah gökyüzü daha bir yorgun, 
Daha bir dumanlı, daha bir derin! 
Şu anda, omzumdan tanıdık bir el, 
Tutup silkelese şöyle bir güzel, 
Kurtulsam yükünden düşüncelerin! 
(Bekir Sıtkı Erdoğan) 

Sevgili günlük...
Bu sabah ruh halime tercüman bu şiir...

Efkârlıyım...


...Yorumlayın-Paylaşın...

Okumak İstediğim Bir Kitap

GÜVENLİ KAPILARA ÇIKAN YOLLAR

Zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmak. Klasik yaklaşım bize herkesin ihtiyacı doğrultusunda geçtiği dört kapı olduğunu gösterir.


Birinci kapı uykudur. Uyku bize dünyadan ve onu dolduran tüm acılardan kaçabileceğimiz bir sığınak sağlar. Bir insan ağır yaralandığı zaman genellikle kendinden geçer. Aynı şekilde travmatik haberler alan birinin bayıldığı olur. Zihin ilk kapıdan işte böyle geçerek kendini acıdan korur.

İkinci kapı unutmaktır. Bazı yaralar kısa zamanda kapanamayacak, hatta belki de asla iyileşemeyecek kadar derindir. Ayrıca bazı anılar o kadar azap vericidir ki, onlara alışmak mümkün değildir. "Zaman tüm yaraları iyileştirir" sözü yanlıştır. Zaman çoğu yarayı iyileştirir. Geri kalanlar bu kapının ardında saklıdır.

Üçüncü kapı deliliktir. Bazen insanın aklı öyle bir darbe alır ki kendini delilikte saklar. Bu ilk bakışta faydalı gözükmese bile öyledir. Gerçekliğin acıdan başka bir şey getirmediği zamanlar vardır ve bu acılardan sakınmak için zihnin gerçekliği geride bırakması gerekebilir.

Dördüncü kapı ölümdür. Son sığınak. Öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. Ya da en azından bize öyle söylenir.

(Rüzgârın Adı, s. 145),
Patrick Rothfuss.



...Yorumlayın-Paylaşın...

Günlüğüme Notlar

SEVGİLİ GÜNLÜK...

20 Mart - 22 Haziran 2013 tarihleri arası, ABD'nin Newyork şehrine gittim. Orada oğlum ve erkek kardeşim yaşıyor. Çok güzel günler geçirdim...




ABD Gezimden Bazı Kareler...

Defterime bir sürü not almışım. Bu notlardan bir bölümünü buraya yazmak istiyorum. Planlarım, yapmak istediklerim ve yapabildiklerim hakkında.

NOTLARIM:
"Buraya gelmeden önce öykü yazmayı düşünüyordum. Henüz yazamadım ama bir yerden başlamak istiyorum. Çeşitli sıralamalar yapacağım. Sonra konuları tespit edip işleyeceğim. Blogumun güzel öykülere ihtiyacı var. Çoktandır yazı yazamadım.
Şimdi değişik düşüncelerimi içimden geldiği gibi yazıyorum.
1. İnsan karakterleri: çeşit çeşit... 
2. İnsan sevgisi: vazgeçemediğim şey... 
3. Sevgi: sevilmeyi hak edenler, sevilmeyi hak etmeyenler, kendini sevenler, sevmeyi bilmeyenler, bencil olanlar...
4. Huzur: olmak ya da olmamak. Bütün mesele bu...

5. Kanayan yara: entrika, yalan, dolan...

6.Toplumsal  saygınlık: etik (ahlak), kültürde yozlaşma (ahlaksızlık)...

7. Gerçek dost: dost ararsan Allah yeter..
.
8. Yüreği yanmak: içi acımak... 
9. Sağlık: sağlıklı olmak, sağlığını kaybetmek, bile bile lades, elden bir şey gelmemesi... 
10. Yalnızlık: kalabalıkta yalnızlıklar, yalın yalnızlıklar... 
11. Düşünürler: Mevlana, Yunus Emre, Tasavvuf...
12. Doğa: güzellikler, betimlemeler...
 
13. Yardım: yardımlaşma... 
14. Mekânlar: büyük şehirler, kasabalar, varoşlar, banliyöler ve yurdumun insanları..."

Notlar güzel; ama, henüz ortada bir şey yok. Geçirdiğim bir rahatsızlıktan sonra iyileşme dönemindeyim. Bu arada kafamda kurmacalarımı yapıp yazmaya başlayacağım.
Beni yüreklendiren birileri olmalı...



...Yorumlayın-Paylaşın...

24 Kasım Öğretmenler Günü


Öğretmenler günü: tüm öğretmenlere kutlu olsun ve mutluluk içinde geçsin.
...Yorumlayın-Paylaşın...

Atatürk'ün 75. Ölüm Yıldönümü


ATATÜRK  KURTULUŞ  SAVAŞINDA

Edirne'den  Ardahan'a kadar bir toprak uzanır
Boz kanatlı üveyikler üstünde uçar.
Ardahan'dan Edirne 'ye, Edirne'den Ardahan'a kadar.

Kop dağında akan bir çeşme var,
Serçe parmak kalınlığında suyu
Haram etmiş gece gündüz uykuyu
Akar da akar...

Samsun'un evleri denize bakar
Sokakları yosun içinde
Çaparlar, takalar, mavnalar
Bilyalar gibi sıyun yüzünde
Bir iner bir kalkar.

Savaştepe köprüsünden geçen trenler
Sel olur İzmir'e akar
İzmir'in denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız, hem deniz kokar.

Güneyde mis kokulu bir ağaç
Yuvarlak yaprakları ince,
Yaz gelip de güneş vurunca
Dallarından bal akar.

Bu toprak bizim yurdumuzdur.
Deli gönül yücesine çıkar,
Bir üveyik olur uçar gider.
Ardahan'dan Edirne'ye,
Edirne'den Ardahan'a kadar.

Bir gün kara bulutlar gökyüzünde konaklamıştır

Yaylılar gelip geçiyordu güneyden
Örtük kara perdeler sallanıyordu.
Utanıyordu Anadolu'dan gelip geçen
Milletin yüreği kan ağlıyordu.

Askerler gelip geçiyordu güneyden
Yaralı, hasta, yorgun askerler
Akşam olmuştu, yurda toplanıyordu
Sağ kalan yiğitler birer birer.

Analar haber soruyordu güneyden
Tarlalar kadar, ırmaklar kadar durgun analar
Örtük kara perdeler sallanıyordu
Utanıyordu Anadolu'dan gelip geçenler

Amma kalanlar anayurtta toplanıyordu.
Gökyüzünde kara kara bulutlar
Başımıza nereden geldiniz
Bizler konuk severiz amma
Düşmanları sevmeyiz.

Gökyüzünde kara kara bulutlar
Harmanlar çürüdü yüzünüzden
Sizinle görülecek işimiz yok
Gidin üstümüzden

Mavi değil artık denizlerimiz
Tarlalar sürülmez oldu
Sütü kesildi davarların
Öksüz kaldı bebelerimiz

Gökyüzünde kara kara bulutlar
Hayın mı hayın
Bir gün gelir hesabını sorarız, buralarda durmayın

Ne bulutlar gitti,
Ne göklerden bir haber geldi
Bu sefer millet padişahlara sesleniyordu.

Biz yoksul bir milletiz.
Gözlerimizde solgun ışıklar yanar.
Nasılsı yenilmişiz bir kere
Ama uzun sürmez o kadar

Ne bulutlar gitti
Ne padişahlardan bir haber geldi
Kemal Paşa derler bir yiğit vardı.
Bu sefer de millet türkülerle
Kemal Paşa’ya haber saldı.

Kemal Paşa, yenilmez yiğit, şanlı komutan
Savaşa girer gibi yetiş bize
Yetiş bize, çöllerde bile olsan
İnanç doldur, güç doldur içimize
Bin kere yurdumuzu kurtaran
Bir görseydin ağlardın halimize.

Kuşun kanadında türküler
Kemal Paşa’nın gönlüne vardı,
Cevabından önce kendi geldi.

Bir gemi yanaştı Samsun’a sabaha karşı
Selam durdu kayığı, çaparı, takası
Selam durdu tayfası.
Bir duman tüterdi bu geminin bacasından, bir duman,
Duman değildi bu!
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.

Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil!
Sarılan anayurda,
Kemal Paşanın kollarıydı.

Selâm vererek Anadolu çocuklarına
Çıkarken yüce komutan,
Karadeniz'in halini görmeliydi.

Kalkıp ayağa ardı sıra baktı dalgalar
Kalktı takalar,
İzin verseydi Kemal Paşa
Ardından gürleyip giderlerdi.
Erzurum'a kadar.
Bu ne inançtı ki, Kemal Paşa
Atının teri kurumadan
Sürüp geldin yeni yeni savaşların peşinde

Bu ne inançtı ki, Kemal Paşa
Atının teri kurumadan
Sürüp geldin yeni yeni savaşların peşinde.

Bir selam gibi gitti Erzurum'a,
Bin selam gibi geldi Sivas'a Erzurum'dan.
Dağlar alçaldı yol vermeye,
Temizlendi ılkımından karından.

Analar, bacılar yola döküldü,
Cephane taşıdı arkasından.
Irmaklar suyundan faydalandı,
Ağaçlar duldasından.

Yer gök inledi bir yol daha
Kurtuluş Savaşından.

Biz biliriz bizim işlerimizi
İşimiz kimseden sorulmamıştır.
Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle
Başımız yere eğilmemiştir.

Kuzumuz var, yaylalarda meleşir,
Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir,
Yazımız var, pehlivanlar güreşir,
Bu toprağa kimse girememiştir

Davranı da deli gönül davranı!
Kemal Paşa dinlemiyor fermanı!
Anası, bacısı, kızı, kızanı.
Bizim millet gibi görülmemiştir

Bu ne inançtı ki, Gazi Paşa!
Atının teri kurumadan,
Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinden.

İnönü ’de iki kılıç gibiydik düşmanla biz.

İnönü’de iki kılıç karşı karşıya;
Aşk olsun birinciye su veren kılıççıya!

İnönü’de iki kılıç karşı karşıya;
Aşk olsun birincinin yapıldığı çarşıya!

Birinci kılıca su veren usta,
Hakkı, yiğitliği, sevgiyi,
Bu kılıcın kabzasına işlemiş tek nakışta.
Birinci kılıçla döğüşen yiğit vur ki!
Anandan emdiğin süt helal ola!

Birinci kılıçla döğüşen yiğit vur ki!
Gelinler çocuklar ağlamaya!
Birinci kılıçla döğüşen yiğit vur ki!
Önü al önlüklü, yüzü peçeli,
Hanım kızlar nişanlısız kalmaya!

Vur ki anam babam, vur ki kardaşım!
Hayın düşman yurdumuzu almaya!

Bizim piyademiz yola yeğin gider.
Bastığında toprağı ezer!

Bizim topçumuzun narası hay babam hay!
Gülleden beter.

Bizim süvarimiz amma da ata biner!
Ayağı yere değer, başı göğe değer.

Sağdıçlarım! Sizin gibi yiğitleri oldukça,
Bu millet yaşar.

Sakarya'da düşman koymuş meydanları kaçıyordu.

Kattı Kemal Paşa'nın ordusu düşmanı uğruna
Pişman etti anasından doğduğuna.
Çevirdi Sakarya, çevirdi süvariler,
Veryansın etti topçu,
Veryansın etti piyadeler.

Kattı Kemal Paşa'nın ordusu, sürdü gitti,
Yetiştikçe vurdu düşmana.
Hayın düşman sarhoş gibi sallana sallana
On beş günde İzmir'i dar buldu,
Ölen kurtuldu, sağ kalan teslim oldu.

Kaçtı gemiler.
Alnı sargılı, kolu sargılı, boynu sargılı,
Ahmet'ler, Bekir'ler, Ali'ler,
Mahmut'lar, Kâzım'lar, İsmail'ler
Peşlerinden yettiler,
Diz çöküp Kordonboyu'na
Ta yürekten çekip tetiği
Gemilere yaylım ateş ettiler.

Bu ne inançtı ki, Gazi Paşa!
Atının teri kurumadan
Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde.


Sana borçluyuz ta derinden
Çünkü yurdumuzu sen kurtardın
Hasta, yorgun düşmüştük
Yaralarımızı iyice sardın...


Yiğittin, inanç doluydun, yapıcıydın
Sanatkardın, denizler kadar engin
Kimsenin görmediğini görürdü
Sevgiyle bakan gözlerin...


Dedin ki: Bu millet, bu büyük millet
Yüzyıllar boyu geri kalmış
Bu yurt, bu güzel yurt, bizim yurdumuz
Her yanından yaralar almış...


Dedin ki: Bir güzel savaşmalı
Kurmak için yeniden
Bilgiyle, inançla, coşkunlukla
"Öğün, çalış, güven..."

Sana borçluyuz ta derinden
Işığısın bu yurdun
Dilimizi, ulusallığımızı öğrettin bize
Çünkü cumhuriyetimizi sen kurdun


Hürriyeti sen yaydın içimize
Halkçıyız dedin halk içinden
İnançta hür yetiştirdin bizi
Borçluyuz sana ta derinden

Devrimlerle yüceltti, çok yüceltti
Bu milleti temiz ellerin
Sana borçluyuz ta derinden
En büyüğü Mustafa Kemal'lerin

Davullar zurnalar döğende,
Biz seni hatırlarız!

Binip trene gezende,
Biz seni hatırlarız!

Önce adını öğrenir çocuklarımız,
Eli kalem tutup yazanda.


Binler yaşa, yurdumuza hizmeti büyük!
Kemal Paşa! Ölümsüz insan! şanlı Atatürk!

(Cahit Külebi 'nin şiirlerinden alınarak hazırlanmıştır)


 
...Yorumlayın-Paylaşın...

Cumhuriyet Bayramı


Çok büyük bayram bu bayram, herkese kutlu olsun. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olsun. Cumhuriyetimizin 90. yılı kutlu olsun. Yurdumuzu düşmanlardan kurtaran ve Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının ruhu şad olsun. ...Yorumlayın-Paylaşın...

Gitmek | Can Yücel

Can Yücel | Kiminle konuşsam aynı şey...

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.




Ben her bahar âşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun...
İstemek de güzel.


[Can Yücel]

...Yorumlayın-Paylaşın...

Oruç Ayı: Ramazan




Kutsal kitabımız Kur'an'ın indiği ay diye nitelenen Ramazan, bereketiyle gelir, cömertliğiyle sofralarımıza konuk olur. Bize iyi ve güzel şeyler fısıldar, merhamet vurgusu yapar: "Sadece midenle değil; gözünle, dilinle, elinle, ayağınla vicdanınla, kalbinle oruç tut" der.

Hz. Peygamber (s.a.v.) "Başkasına kötü söz söyleyen orucu bıraksın. Onun orucu artık sadece aç kalmaktan ibarettir," buyururken işin bu boyutuna işaret ediyor. Oruç tutuyorsun ama zulüm ediyorsun, kötü söz söylemeye devam ediyorsun, günahlarından vazgeçmiyorsun. Haram yemeye, kul hakkı çiğnemeye devam ediyorsun. Peki, kendi kendine "Böyle oruç olmaz," demiyor musun?  (-Nihat Hatipoğlu yorumundan alıntı).

Evet dostlar, nefislerin terbiye ayı olan Ramazan ayında Allah, "sadece midemizle değil"; dilimiz, gözümüz, elimiz ve ayağımızla; kısacası, "nefsimizle" oruç tutmayı nasip etsin inşallah...



Bütün İslam âlemine hayırlı ramazanlar...

...Yorumlayın-Paylaşın...

Anneler Günü | 2013


 
..: ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN :..

Leylaklar kadar güzel kokan anneciğim:
senin kokunu, tertemiz yüreğini ve yavrum diyen sesini özledim.

Bana emek veren ve bu hale getiren ellerinden öpüyorum canım annem...

Yavruları için kul köle olan
fedakâr annelerin
bu en güzel gününü kutluyorum.
...Yorumlayın-Paylaşın...

Bir Film: "Kelebeğin Rüyası"

Kelebeğin Rüyası, Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği iki şiirsel hayatı konu alan 2013 yapımı dram filmi. Başrollerini Kıvanç Tatlıtuğ ve Mert Fırat'ın paylaştığı film, İkinci Dünya Savaşı döneminde Zonguldak'ta yaşayan ve genç yaşta veremden ölen şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun yaşam öyküsünü anlatıyor. O dönemde, şairlerin Mehmet Çelikel Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olan Behçet Necatigil'i de Yılmaz Erdoğan canlandırıyor.

Film Zonguldak'ta, 1941’de başlıyor. Zonguldak'ta yaşayan, iki genç şair Rüştü Onur (Mert Fırat) ve Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ), daha yeni modernleşmeye başlayan bu madenci kentinde memuriyet hayatlarını sürdürürken, bir yandan da sanat ve edebiyatla ve en çok da şiirle iç içe yaşamaktadırlar. Genç Cumhuriyet, modernleşme çabasındayken, aynı yıllarda Avrupa'da da İkinci Dünya Savaşı yaşanmaktadır. Şairliğe ve sanata bakışın daha oluşmadığı toplumda şiir ile uğraşan bu iki veremli genç, toplumun her kesimine şiiri sevdirmeye çalışmaktadır. Belediye Başkanı'nın kızı Suzan Özsoy’un (Belçim Bilgin) Zonguldak'a geri gelmesiyle Rüştü ve Muzaffer'in şiire olan inancı daha da artar. Muzaffer, Suzan'a âşık olur. Henüz lise öğrencisi olan Suzan, ailesinin istememesine rağmen iki gençle yakın arkadaş olur. Fakat 1940'lı yılların salgın hastalığı verem, iki genç insanın da sağlığını gitgide tehdit etmektedir. Rüştü ve Muzaffer, kendi gelecekleri kurabilme çabası içerisine girerler.

Filmin çekimleri Zonguldak, Ereğli, Heybeliada, Büyükada, Uşak ve İstanbul'da gerçekleştirilmiş. Gösterime girişinin ilk haftası filmi 807.881 kişi izlediğini öğrendiğim bu filmi, sanıyorum benim gibi her izleyen kişi, çevresindekilere duyurmak ya da anlatmak isteyecektir…

Filmin başkişileri olan iki şairi, şiirleriyle birlikte tanıtan, internette bulup, çok beğendiğim bir yazıdan yaptığım alıntıyı okurlarımla paylaşmak istiyorum. Yalnızca filmi görmemiş olanları değil, görmüş olanları da ilgilendiriyor bu yazı bence.

Karin Karakaşlı imzasıyla Agos gazetesinde yayımlanan yazının başlığı “Can Havli Hayat, Kelebek Ölüm”. Bu arada, alıntı nedeniyle yazarın kendisine teşekkür ediyorum.

Herkes ve her şey zamanını bekler. Beklenen zaman bazen ömür sınırlarını aşar ama illa ki gelir. Tıpkı Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu için geldiği gibi.
Bu isimleri şiirle yakında ilgilenenler dışında bilmenin fazla bir imkânı yoktu şimdiye kadar. Bir kere her ikisi de genç yaşta veremden hayata veda etmiş, II. Dünya Savaşı’nın zorlu yıllarında sahneden çekilmişlerdi.
Ama şairler ayrı bir kavimdir ya, önce antolojilerde görünür oldular kısacık hayatları ve vurucu mısralarıyla. Ustaları bu ölümün çaldığı gençleri yâd etmeden duramadı. Şimdi ise Mert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ’un imgeleriyle belleklere kazınmaya hazırlanıyorlar. Yılmaz Erdoğan’ın vizyona yeni giren filmi
Kelebeğin Rüyası, yirmi iki yaşında ölen Rüştü Onur ile yirmi dört yaşında arkadaşının peşi sıra giden Muzaffer Tayyip Uslu’yla tanışmak için bize bir kapı aralıyor. O eşikten geçmek, hayatın ve sanatın bizi yine terbiye etmesi demek.

“İncelikler yüzünden”

 Veremden ölen genç şairler diye ayrı bir topluluk olsa gerek. Ermeni edebiyatında da Bedros Turyan ve Misak Medzarents ilk aklıma gelenler. Bir ‘incelikler yüzünden’ hastalığı verem. Dış dünyada karşılığı olmayan duyarlıkların, kazanca tahvil edilemeyecek önceliklerin adı. Ve elbette bir de yoksulluğun, yoksunluğun adı. O nedenle de zaten Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’yu bilmek, biraz da Türkiye gerçeklerini bir koldan daha tanıma fırsatı.
Kırklı yıllar Zonguldak’ında hastalığı yüzünden okula devam edemeyen, ‘Maliye Varidat Memur Muavini’ olarak Ereğli Kömür İşletmeleri'nde çalışmaya başlayan Rüştü Onur, onun öğrenci olduğu Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde bir sene öğretmenlik yapan Behçet Necatigil ve Onur’un yakın arkadaşı, kendisi gibi şair Muzaffer Tayyip Uslu’nun zorunluluklar ve hayaller ile örülü hayatları kesişir. Necatigil, Zonguldak’ta çıkan dergi ve gazetelerde ve İstanbul’da yayımlanan Değirmen mecmuasında şiir ve yazıları yayımlanan bu gençler ellerinden kayıverdikten sonra, onları antolojilerde yâd edecektir.
Rüştü Onur da Muzaffer Tayyip Uslu da son nefeslerine kadar, bir şiirden vazgeçmez, bir de aşktan. Rüştü Onur durumu ağırlaşınca gittiği Heybeliada’daki sanatoryumda tanıştığı ve tifodan yatmakta olan Mediha Sessiz ile nişanlanır.  Aynı yıl İstanbul’a giderek nişanlısının evine yerleşir. Genç kadının üç ay içinde tifodan ölümü üzerine, kendi de fazla uzun kalmaz buralarda, 1942'de göçer gider.
1956'da şiirlerini ve diğer yazılarını ‘Rüştü Onur’ adlı bir kitapta toplayan Salâh Birsel şöyle anlatacaktır bu zarif adamı:  “Sevgisine hiçbir sınır çizmemişti. Onu bol bol dağıtıyordu… Kendi içinde yaşar, kimseyi kırmak istemezdi. Ölümü de dünyadakileri fazla tedirgin etmemek isteğinden doğmuş olmalıdır.”



Kelebeğin Rüyası

Rüştü Onur: Beş parasız gönül zenginliği
Bakmayın ölümün dayatmalarına, Rüştü Onur’un kalbi hep hayattan yanaydı. ‘Denize Serenad’ şiirinde ölümünden sonraki hayatı da selamladı coşkuyla. Şair olmanın raconu, güzellikten vazgeçmemeyi gerektirirdi ne de olsa:

neyim var neyim yoksa
sana bırakmalıyım deniz
sende geçmeli mevsimlerim
sende çiçek açmalı ağaçlarım
sende yaşamalıyım deniz
asi ve hür
sende ölmeliyim
bulutlara bakarak

Öte yandan şair olmak demek, hayatın can yakan gerçeklerini iliğinden bilmek de demekti. O yüzden Rüştü Onur bir ömür peşini bırakmayan parasızlığın, ölüm sonrası mesaisini de ‘Hülasa” şiirinde kayda geçirmeden veda etmedi:


Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösömü bakkal
Borcuma mahsuben...
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim

Ve aslında en çok da o çıplak ‘İtiraf’ı ile içimize yer etti:


Ben,
Gülebilmemiz için ağlıyan
Ağlıyabilmemiz için gülen adam.
Ben bir tarik-i dünya.
Hallac-ı Mansur'dan sonra
Benim derim yüzülecek
Zonguldak'ta
Ve gözlerime mil çekilecek.
Ben bir tarik-i dünya
Ne ev ne bark
Ne çoluk çocuk sahibi.
Bütün malım mülküm
Ellerim ayaklarım
Ve gözlerim.

Kupkuru bir kuyudayım ki
Yusuf'u özlerim.

Çok değil bir dört yıl sonra arkadaşına başka bir boyutta eşlik edecek olan Muzaffer Tayyip Uslu da  Zonguldak'ta lise öğrenimi sırasında Behçet Necatigil'in öğrencisi oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ndeki yüksek öğrenimini yoksulluğu ve hastalığı nedeniyle yarıda bırakmak ve Zonguldak'ta çalışmak zorunda kaldı. Ölümünden sonra onun şiirlerini ve yazılarından seçmeleri ‘Muzaffer Tayyip’ adlı bir kitapta toplayan Necati Cumalı olacaktı. 
Aşkı da mizahı da beş parasızlığı da ölümü de kucaklayan şiiri ‘Benden Bize’ bize vasiyet gibidir:


Yalnız ben mi inkâr ediyorum Allah’ı
Mevsimler benden kafir
Ya kuşlar ve ağaçlara
Ne buyurulur
Uzun söze lüzum yok
Şahidimdir
Beş parasız gezindiğim sokak
Bir zaman yaşadığıma
Ve bir hatıra olsun diye
Benden size
Hiç sıkılmadan söyleyebilirim
Sarışın kızlara bayıldığımı

Kan kusarken bile gökyüzünün alabildiğine mavi olduğunu fark edebilen, hatta ölümle hayatın renklerini parlatan Muzaffer Tayyip Uslu, Oktay Rifat'a yazdığı 23.2.1946 tarihli mektupta, maruz kaldığı öğütücü çarkı da ifşa eder:

“Sevgili Oktay Ağabey,
Seni yine rahatsız edeceğim, benim sanatoryum işi Arap saçına döndü. Ben işleri yoluna koydum diye sevinirken, az evvel, dairede şöyle bir tebligatta bulundular: “Sen iki seneyi doldurmadığın için, biz sana ancak ‘200’ lira kadar bir yardımda bulunabiliriz.” Halbuki sanatoryumda üç ay yatacağıma göre 900 lira kadar bir para lazım. “700 lira verirsen, seni sanatoryuma yatırırız.” Bu acayip, bu antika tebligat karşısında şaşırıp kaldım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Oktay ağabey, işittiğime göre Yardım Sevenler cemiyeti ve Kızılay benim vaziyetimde bulunanlara yardım ediyormuş, acaba oradan bir şey yapılamaz mı?”

Zonguldak’ta yaşayan 15-65 yaş arası erkeklerin madenlerde çalışmasının kaçınılmaz “mükellefiyet” olduğunu bildiren günlerde, her iki şair de şiir konusu sayılmayan her şeyi inadına getirip mısraların ortasında patlattı. Hayat genişledi sayelerinde, şiirin bütün olanaklarını kuşandı.
Kelebeğin Rüyası bu iki şairle tanışmak için ilk eşik. Film bize bir de kitap hediye ediyor. Aynı günlerde "Bilinmeyen mektupları ve şiirleri - Rüştü Onur Mektubun Avcumda" kitabı raflarda yerini alacak. İyisi mi, genç bir adamın özlemlerini, isyanları, aşkını, umudunu, şiire tercüme ettiği hayatını ilk elden tanıklıkla okumak, o hayatın ta içine dalmak için bu kitaba ve kendimize bir şans verelim.
Ne incelikler çıkar içimizden şaşar kalırız. Hatta olmadık bir şeyleri göze alırız belki. Şiir tehlikelidir ya, yoldan çıkarır. Ya da tam tersi aslında, şiir sayesinde “Ha şöyle, yola geliriz.”
İyi ederiz.




...Yorumlayın-Paylaşın...

Sevgi Günü





Yaşamın kaynağı sevgiyse eğer,
sevgi mutluluk,
mutluluk paylaşmak,
paylaşmak dostluk,
dostluk hatırlanmak,
hatırlanmak unutulmamaksa eğer,
demek ki sevilmişiz.

14 Şubat Sevgi Gününüz
Kutlu Olsun


Mecnun değilim dost. 
Lakin çağırırsan çöllere gelirim. 
Sana yalan halde gelmem,
toplarım özümü yalın halde gelirim. 
Kapıyı çaldığımda "Kim o ?"dersen 
ben olmam kapında sen olur gelirim. 
Sen gel de yeter ki yola yük olmam yol olur gelirim.

İnsanı yaşatan ne kandır ne de can, 
insanı yaşatan aşktır aşk, hey can.

Mesnevi, Hz.Mevlana
...Yorumlayın-Paylaşın...
Related Posts with Thumbnails