
Burası Newyork şehri...
Bu yabancı şehirde, "seninle ve sensizim".
Sakin dış görünüşümün altında fırtınalar kopuyor; kalbim, yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyor. Aklım ve fikrim seninle sevgilim. Seni düşünüyorum, seni arıyorum. Yoksun! Ya da hep benimlesin. Uzaklardan bana gülümsüyorsun ve sanki Ümit Yaşar’ın dizeleriyle sesleniyorsun:
“Ne durdurur özleyeni, seveni
Bakarsın ansızın gelebilirim
Bu kadar yürekten çağırma beni...”
Gel sevdiğim, aşkım, canım. Seni çok özledim. Benimle, yanımda ol. Zamanımı seninle geçirmek istiyorum. Bu defa yaşanmamışları yaşamak istiyorum. Seni yürekten çağırıyorum. Şairin dediği gibi...
İşte yeşil ışık yandı, yürü diyor. Dimdik yürüyor ve karşıya geçiyorum. O da ne? Gözlerime inanamıyorum. Sensin !
Orada beni bekliyorsun. Sevinçten bir kuş gibi oluyorum âdeta. Elele tutuşuyoruz. Ben, on yedi yaşında bir 'kuzu'; sense, yirmi sekiz yaşında...
Gözlerim, duygularımın dili. Senin de öyle. Bakışıyor ve anlaşıyoruz. Konuşmaya gerek yok.
Ağaçlar, geniş gövdeli asırlık ağaçlar. Dimdik ayaktalar. Yolların iki yanında, evlerin önünde, parklarda ve her yerde. Onlar, insanların ve olayların şahidi. Her şeyi görür ve bilirler. Ağızları ve dilleri olsa, kim bilir neler neler söylerler. Bizim de şahidimiz olun ağaçlar. İzleyin bizi. Biz, birbirimizi seviyoruz tertemiz duygularla.
Yollardan, parklardan uygun adımlarla geçiyoruz el ele, göz göze. Burada, bu yabancı ülkede ve bu yabancı şehirde. Biz rahatız. Herkes de rahat. Alabildiğine yürüyor ve bir deniz kıyısına geliyoruz. Burası, 'Atlas Okyanusu'; banklara oturup denizi seyrediyoruz. Elini boynuma atıyor ve beni kendine çekiyorsun. Başımı omzuna koyuyorum. Güçlü bir omuza dayanmaya ihtiyacım var. Böyle, saatlerce oturabilirim seninle, okyanusun sesini dinleyerek...
Beyaz köpüklü dalgalar sahili dövüyor. Çocuklar çığlık çığlığa dalgalarla oynaşıyorlar. Seni tanımak arzusu ile yanıyorum. Seninle sevinçleri yaşamak istiyorum ve kederi de...
Acıları birlikte yaşayıp, olgunlaşmak istiyorum; seninle olmak istiyorum. Sen tanrıdan bir armağansın bana. Böyle düşünüyorum. Bu boğucu, sıcak günün sonunda, güneş yavaş yavaş ufka yaklaşırken, serin bir rüzgâr yüzümüzü okşuyor. Rüzgârın okşaması ne güzel. Ferahlık veriyor insana.

Atlas Okyanusu’ndayım, diye düşünüyorum. Deniz bizimle, biz denizle oynaşıyoruz dakikalarca. Hava karardı. Artık çıkmalıyız. Sana dönüyorum. Yoksun can...
Ellerim bomboş şimdi...
İçim bir hoş oluyor. Terk edilmişlik duygusu, benimle. Hüzünleniyorum. Bu deniz kadar, bu kumsal kadar yalnızım şimdi. Sen var mıydın, yok muydun? Seni, benim hayal gücüm mü yarattı? Yaşadıklarım yalan mıydı?
Hava çoktan kararmış. Birdenbire benim de dünyam karardı.
Seni kaybettim sevgilim. Okyanus, seni benden aldı.
Seni burada bırakıp geri dönmeli miyim? Sen yaşarken, ben ölmeli miyim? Damarlarımı tutuşturan bu aşkı unutup gerçeğe dönmeli miyim?
Gerçekler ne kadar acı da olsa...
"Bu Kadar Yürekten" | İnci Arslan | 28 Temmuz 1999
0 yorum:
Yorum Gönder