Havada mı? Beyninde mi? Gözlerinde mi?
Bilemedi. Etraf aydınlandı...
Ama... Ama!
İki ayağında, iki ayrı model beyaz ayakkabı. İki çift pabucun, elde kalan sağlam tekleriydi bunlar. Üstelik, ıslak mı ıslak! Naylon çorapları da kaçık!
İçi acıyordu. Birden ayaklarının ağırlaştığını fark etti.
Ayaklarını zorla hareket ettiriyordu.
Vücudu nasılda ağırlaşmıştı.
Gençlik hayallerine dönüyor, başını kaldırıp gelinliğe bakıyordu, hayran hayran.
“Gençliğimde olsaydı, ne kadar da çok yakışırdı bana...”
Hava iyice kararmıştır artık. Şahane gelinlik gözlerinin önünden, ağır ağır uzaklaşmaktadır. Kim bilir? İçi üşür, hüzünlenir. Ağlamakta olduğunun farkında değildir. Gözyaşları soğuk havayla kucaklaşmaktadır. Arkasına döner zorlukla…
Yine bir şimşek çakar. Havada mı? Beyninde mi? Gözlerinde mi? Bilemez yine… Etraf aydınlanır.
Şehrin kalabalığını görür bu sefer. Yoğun bir trafik ve koşuşturan, acelesi olan insanlar.
"Evlerine sıcak yuvalarına koşuyorlar. Hiçbirinin, diğerinden farkı yok sanki..."
Eliyle gözyaşını silmek istiyor. Kolunu zor kaldırıyor. Sileyim derken, soğuktan donmuş gözyaşları geliyor eline. Avucuna alıp bakıyor. Mırıldanıyor: “Gözyaşlarım! Hepsi birer inci tanesi...”
Onları düşürmekten korkarak avuçlarını kapatıyor. Olduğu yere, yavaş yavaş çökeyim derken yuvarlanıyor yere. Çok uykusu gelmiştir...
Avucunu açar bakar. İncileri su olup yok olmuş. Yerlerinde, sadece bir ıslaklık...
Bakmaktan yorulan gözleri yavaşça kapanır. Uykuya dalmıştır artık...
Belki de o "son uyku"ya... (Dudaklarında... O, hafif tebessüm...)
31.12.2014 | İnci Arslan | Selimpaşa