Bu sonuçla sarı-lacivertli takım tarihindeki 18. şampiyonluğunu kazanmış oldu.
Karabükspor'u 4-0 mağlup eden Trabzonspor ise aynı puan ve averajla ikinci olabildi.
Sivas 4 Eylül Stadı'nda oynanan maçta Fenerbahçe'ye şampiyonluğu getiren golleri 6. dakikada Andre Santos, 41. dakikada Selçuk Şahin, 51. dakikada Alex De Souza ve 67. dakikada Yobo kaydetti.
Ev sahibi takımın golleriyse 20. dakikada Navratil, 65 ve 91. dakikalarda Erman Kılıç'tan geldi.
En son 2006-2007 sezonunda şampiyonluk yaşayan sarı-lacivertli ekip, 3 sezon sonra yeniden şampiyonluğa ulaştı.
Fenerbahçe'nin Brezilyalı kaptanı Alex De Souza, 28 golle gol kralı oldu.
Ligin son haftasına kadar takibi bırakmayan Trabzonspor, sezonu zirvede tamamlamak için elinden geleni yaptı ancak Fenerbahçe puan kaybetmedi. Bordo-mavililer deplasmanda Karabükspor'u 4-0 mağlup etmeyi başardı.
Fakat Fenerbahçe Sivasspor'u devirince, Trabzonspor'un aldığı bu galibiyet teselliden öteye gitmedi.
Karadeniz temsilcisinin gollerini 18. dakikada Egemen Korkmaz, 57. dakikada Jaja ile 60. ve 73. dakikalarda Umut Bulut kaydetti.
Bu sonucun ardından puanını 82'ye çıkaran Trabzonspor, aynı puandaki Fenerbahçe'ye ikili averajda üstünlük sağlayamadığı için 2010-2011 sezonunu 2. sırada tamamladı.
Yer sarı, gök lacivert!
Şimdi yer gök: Fenerbahçe...
Şimdi yer gök: Fenerbahçe...
2 yorum:
Evet! Kutluyorum ben de, Fenerbahçe'nin ve Fenerlilerin şampiyonluğunu.
Çocukken (ilkokul yıllarımda), takım olarak Beşiktaş'ı tutardım ben.
"Şenol, Birol: Gol!" ve Lefterler, Metin Oktaylar dönemiydi. Gazeteler, bir "ünlüler kültürü" yaratıp yaymada o zamanlar da ustaydı.
Cikletlerden çıkan futbolcu resimlerini biriktirir, sonra da bunlarla arkadaşlar arasında "alt mı üst mü" oyunu oynardık. "Alt" ya da "üst" derken, elimizde bir tomar resim tutardık; kazanırsak o tomar kadar resmi arkadaştan alırdık; kaybedersek o tomar sayısı kadar resmi arkadaşa verirdik...
Lisedeyken, okulumuzda bile futbolun öbür spor dallarından daha çok öne çıkarılmasına şaşırmış, bunu sorgulayan yazılar okumaya başlamıştım. Bu arada, biraz aydınlanmış birkaç futbolcunun kendi takımları içinde pek tutunamadıklarını ya da tutundurulmadıklarını gazetelerden öğreniyordum. Gazeteler, bu tür haberleri yayımlarken, kendileri de onların tutundurulmamalarından yana özendirici şeyler yazıyorlardı.
Ülkesinin durumu üzerine laf edebilen, birazcık olsun aydınlanmış futbolcular, her nedense "futbol camia"larına pek yakıştırılmıyordu.
Üniversitedeyken Kurthan Fişek Hoca'nın, ünlü İstanbul takımlarından Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın toplumun hangi katmanlarınca benimsendiğini araştırdığı bir tezini bulup okumuştum. Diyordu ki Fişek Hoca: "Beşiktaşlılar, genellikle çalışan kesimdendirler; Galatasaraylılar, aristokrat kesimdendirler; Fenerbahçelilerse, burjuva (kentli kapitalist) kesimdendirler..."
O sıra, lisedeki felsefe hocamın, ülkemizin cumhuriyetçi kurucularından İsmet Paşa'dan alıntı yaparak vurguladığı "bizlerin sınıfsız, imtiyazsız bir millet"ten oluştuğu düşüncesi geldi aklıma. Şaşkınlığım daha da artmaya başlamıştı...
Birçok insani alanda son sıralarda yer alan ülkemin, yıllar ve yıllar sonra futbolda dünya üçüncüsü olmasıyla, o şaşırtıcı "toplumsal şifre" birden çözülüverdi gözlerimin önünde...
Yazılı resimli, sözlü sazlı bütün medya, hepimizi sevinçten göklere uçurdu. TV'lerde her haberin arasında "Gooooool!"ler oldu. Kırk sayfalık gazeteler, otuz dokuz sayfasını futbola ve futbolcularımıza ayırdı.
Bütün milletçe, bütün dünyadan "puan ve puanlar" kazandık!
Ama sonunda, "çok tuhaf" bir şey oluverdi. Tüm futbol karşılaşmalarının "seyir hakkı", sıradan izleyicilerin (halkın) gözünden kaçırılıp medya tekellerine satılıverdi.
Futbol izleyicilerinin sayısı bu yolla yarılandığı halde, futbol sergileyici medyalar geliştikçe gelişti; şiştikçe şişti.
Ardından tuhaf, basit içerikli "taraftar" gazeteleri yayılıverdi ortalığa. Maçları izleyemeyen taraftarların eline bu gazeteler, ucuz kağıt helvalar misali tutuşturuldu.
Futbolun büyük bir sanayiye dönüştüğü, futbolcuların ve onları destekleyenlerin "çuvalla para" kazanabildiği günümüzde, sokaklarda erkek çocukların yanı sıra, kız çocuklarının da en gözde oyun araçlarının "top" olduğunu görünce, artık hiç şaşırmıyorum.
Hele daha yakın dönemde gelişen bir olaya bakınca, bütün bu olanlara hiç mi hiç şaşırmıyorum. Futbol camiasının "tekel bağıyla" boğdurulması yetmezmiş gibi, düşünenlerimizin düşüncelerini sergilediği "özel" bloglarını "şıp diye kapattırıveren"lerin ve aylarca kapalı tutturanların da ekmek paralarını (!) futboldan/"top"tan kazandıklarını gördüm: ama, hiç şaşırmadım!
[Her şeye rağmen...
Geçmiş yıllarda okumuş olduğum bir araştırmadan, Kurtuluş Savaşımızda önemli bir yerinin ve işlevinin bulunduğunu öğrendiğim Fenerbahçe'nin ve yandaşlarının bugünkü büyük şampiyonluğunu kutluyorum!]
Yorumunuz için teşekkürler. Sizin düşüncelerinize katılıyorum.Ve ilave ediyorum; insanlar doğan çocuklarını kendi tuttukları takımın taraftarı yaptılar çoğunlukla. Ama çocukların büyük bir bölümü her sene kim şampiyon oluyorsa o takıma geçiverdi. Bu durum tabii okul öncesi ve ilköğretim birinci kademe için geçerli.
Yinede en çok taraftarı olan spor kulübü Fenerbahçe. Ben de sekiz yaaşımdan beri Fenerbahçe'li olan bir taraftar olarak sadece futbol takımından değil tüm branşlardaki sporcularımızdan gurur duyuyorum.
Bir de Türkiye Kupasını kazansak :)) sevincim iki kat olacaık...
Yorum Gönder