ÖĞRETMENLER GÜNÜ

ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
 
 

Bugün 24 Kasım "Öğretmenler Günü".


     Emekli bir öğretmen olarak gururluyum; hüzünlüyüm, dolu doluyum. Öğretmenliğim boyunca, nice çocuğa "emek verdim": öğretip yetiştirdim. Onlara, kendi ailemdenmişler gibi sıcak bir "aile" ve bir "anne" şefkatiyle yaklaştım. Nice "fidanlar" dikip, o fidanlarımı "bilgi"yle" suladım... Onları "heyecan, öğrenme azmi, doğruluk/dürüstlük, saygı/sevgi, yöntemli düşünme, hedefler edinip o hedeflere ulaşma ve yeniliklere açık olma vb kavramlarla besledim, büyüttüm çok uzun yıllar. "Fidan"larımın yetişip, "çiçek ve meyve"lerle dolu, yetişkin birer "ağaç" olduğunu gördüm: hem mutlu hem de gururluyum!


.....
Elbette, ben de bir zamanlar öğrenciydim. Benim de "öğretmen"lerim oldu... Bu günü kutlarken, bu günlere gelişimi anmadan geçmemeliyim... 1960 yılı Haziran'ında "Edirne Kız Öğretmen Okulu"nu bitirdiğimiz gün, arkadaşlarımızla mezuniyet gününde, hep bir ağızdan şu marşı söylemiştik:


"Alnımızda bilgilerden bir çelenk, Nura doğru can atan Türk genciyiz. Yer yüzünde yoktur, olmaz Türk’e denk; Korku bilmez soyumuz... Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun; Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun. Candan açtık cehle karşı bir savaş, Ey bu yolda ant içen genç arkadaş! Öğren, öğret hakkı halka, gürle coş; Durma durma koş... Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun; Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.

"Öğretmen Marşı" | İsmail Hikmet Ertaylan


    Ben, bu marşı bugüne kadar "47 kez", her "Öğretmenler Günü"nde söyledim: yüreğimden gelerek... Bu marşta verilen her sözü kendi sözüm saydım. Harfi harfine uydum ve sözümü yerine getirdim: içimden gelerek... "Öğretmenlik bayrağı"nı genç arkadaşlara bırakalı bir hayli zaman oldu... Tüm öğretmen arkadaşlarımın ve yaşayan tüm öğretmenlerimin "Öğretmenler Günü'nü kutluyor, hepsine sağlıklı günler, sonsuz başarılar diliyorum.

İnci Öztürk Arslan
 

...Yorumlayın-Paylaşın...

ERTAN ŞAHİN ŞİİRLERİ

 
ERTAN  ŞAHİN  ŞİİRLERİ
 
uzaklaşmak için uçmuyorum
uçmayı sevdiğim için uzaklaşıyorum
oysa
gittiğim her yer Sen 




KUŞLAR  YALINAYAK  UÇAR
 
                                             
                                                       yaprakların
dalın
yağmurun arasından bakarım
 
vücudum gerisine düşer
kar yağınca ayaklarım
 
uçmak için çabalamadan
o vakit
dimdik dururum
 
ah!
göçebem
sen yerleşik hayata geçtin de
ben
ne diye  kondum yere
 
bırakıp
yaban düşlerimde
urbalarımı
yalın ayak uçuyorken
 
ertan  şahin


YAŞAM  DAĞINA  HAYKIRIŞ

alabildiğine baksa da gözün
mavi yeşil
köprüler de diyalektik camiler de
bir adam hasta mı usta mı
anlamak için
bütün kanını çektirmez şırıngaya

sıkıştırılıp eline
bakkala gönderildim
her çocuk gibi biat ettirildim paraya
sokak lambasını ay sanan pervane sineğiyim
dönerim şimdi
etrafında
paçasına sürtünen kedi gibi gecenin

haykırışımızın yankısıdır
karşılık denen
yuvarlana yuvarlana
tepelerinden
yaşam dağına çarpıp gelen sesimizin
yolunu kaybetmesi fakirlik
olsun
zaman yavaş yavaş akar
dağ gibiyse yaslandığın yar

hangi fırça görmüş
üstünde taşıdığı kuşları
özgür bırakmadan
tuvaldeki gökyüzüne

sen üstünden geçerken
karanlık diyemem yola
yok saklım gizlim
giderken peşinden
neden sürüklersin ışık
beni aynaya
 

ertan şahin
 

OKUSANIZ DA OLUR OKUMASANIZ DA

benim hiç düşüm olmadı
alaska'da şarap içeceğim ölmeden dedi arkadaşım
al tut dedim maketten dünyayı ...
evirip çevirdi geveledi
yerini bulamadı
bir zengin dostumun öyle düşü bile olmadı

benim hiç kendime ait korkum olmadı
ya her şeyden korktum ya da hiçbir şeyden
anlayacağınız
toprağa kazılı siperden çıkarıp başını geri yorgana sokanlardanım
boşluğun yükünü kaldırmaktan
usansa da göz kapaklarım
benim hiç aşkım olmadı
köprü altında tanıştığım sarışın bir kız
önce kördü
sonradan gözleri gördü
bir çocuktu
kendi küçüklüğümü gördüm onda
tedavi edeyim istedim kendimi
ortam aynı
gök alabildiğine yine maviydi
uçurtmasını sımsıkı dolamış eline
karamsar tablolar çizdim göğüne
düştü
papatyalar içine
çünkü ben
üstü başı
yırtık pırtık çıkınca
tanımazdan gelenlerdenim
karşımda pür dikkat kesilirken
beş parasız ölüm

ertan şahin

 
BANYO

açamazsın gözlerini
ovuşturup durursun
buğulanır camları aynaların
kendini dahi göremez olursun

olur böyle insanın
sularının kesildiği anları
gürül gürül akarken yaşamı
kalıverir elinde bomboş/tasın

içinde çıplak çocuğu bağırta bağırta
yıkar zaman
ağlayamazsın

işte bu yüzden
bu yüzdendir hep
köpüklü kalır yüzünde

arada bir hüzün


ertan şahin
 

 
AŞK SONATI
 
senleyken
toprağım çiçek çiçek bezeli
kuşlar uçar
güllerimin üstünde

sensizken
göğüm delik deşik
kapatmaz yaramı
bastığım pamuklar

ertan  şahin


SEVDA
 
hamura biçim veren el gibi
ağızda dolaştıkça dilimiz
şekillendirdi sesi

ortalıkta kimsecikler yok
aşkım
yak ocağın altını
sözü fırına verelim

ertan  şahin
 
 
KAVGAMIZ
 
üstünü bulut örtmüş
güneş gibi
bir anda kayboldu
yüzündeki gülümseme
 
hayırdır yine yağmura mı gidiyorsun
 
ceplerimde ipek mendil
tuttuğum şemsiye ben hep böyle
 
seninle güzel şey kavgamız bile
Cumhuriyet
 
ertan şahin





BİR  TANESİ

denizin oğlu dere
koşarken annesine
ıslatır altını
geçtiği toprağın
atar suçu kardeşine

yağmur en çok ona yağar
bulutların yaş günüde

ertan  şahin




 uzaklaşmak için uçmuyorum
uçmayı sevdiğim 
için uzaklaşıyorum
oysa
gittiğim her yer Sen
 
...Yorumlayın-Paylaşın...

YAĞMUR SONRASI




YAĞMUR SONRASI
                                                                                    
   
" Ve zaman usulca FISILDADI  
Bana   BIRAK..."
                
  Bugün, gökyüzünün gözyaşları yağmur bulutlarından yeryüzüne doğru aktı. Dolu dolu yağan yağmur önce ağaçları, yaprakları sonra çimenleri yıkadı. Aktı, aktı, aktı beton yığınlarındaki tozları, cadde ve sokaklardaki  kir ve çöpleri ıslattı, sürükledi, önüne kattı, götürdü. Koskoca binaların apartmanların, evlerin yüzü güldü, pırıl pırıl oldu. Caddeler, sokaklar adeta çiçek açtı, aydınlandı.
            Sonra yağmur dindi. Arkasından güneş açtı. Aylardan Mayıstı, mevsımlerden ilkbahar. Sıcaklığın etkisiyle yerler çabuk  kurudu. Yaprakların ve çimenlerin üzerinde damlacıklar kaldı.
            Adam, bir orman kenarından geçiyordu. Motosikletinden indi. Etrafına baktı. Yağmur sonrası ağaçları, çimenleri ve diğer güzellikleri gördü. Mutlulukla gülümsedi. Yeşilin her tonuyla iç içe bezenmiş  ağaçlar ve çimenler gözlerinin önündeydi...
            Ağaçlar yeni elbiselerini giymiş ve kutlamalara gitmeye hazırlanan coşkulu insanlara benziyorlardı. Uzunlar, kısalar, iri veya çelimsiz olanlar,  gösterişli olanlar, albenisi az olup geride kalanlar, koyulukların içinde adeta saklananlar, otların arasında yalnız ve dimdik duranlar, birbirine yakın yetişmiş, sanki sevgi ile uzanan dalları iç içe geçmiş olanlar.  Ne kadar farklı aynı zamanda ne kadar benzerdiler.
             Adam fotoğraf makinesini omuzundan eline aldı, biraz geriye gitti. Makineyi ayarladı. Bu görüntüleri fotoğrafladı. Birçok poz çekti. Resim yapmayı seviyordu. Yağlı boya çalışırken bu görüntülerden yararlanacaktı.
              Sonra adam çoktandır anlamsızlaşan hayatını düşündü. Sevdiği, gönül verdiği kadın, "Benden vaz geçme" dediği kadın; günün birinde aniden herşeyi bitirmişti. Uzun yıllar süren beraberliğin ve yaşanmıslığın sonunda bir akşam üstü sözcüklerı ardarda sıralamış ve bitti ben yokum demişti. Şaşırmış, çaresiz bakakalmıştı adam.,. Cevap verirken içindeki hüzün sesine yansımıştı. "Ama, ama ben seni çok sevdim" demişti. Kadın oralı bile olmamış,  çıkıp gitmişti. Adam, sıkıntıyla, suskunlukla gözleri kapanan kapıda kalakalmıştı.
               O anda sanki göğsüne kocaman bir kaya oturmuştu. Gücüyle kaldıramıyacağı kadar ağırdı. Nefesı kesilmişti. Soluksuz, işıksızkederli kalakalmıştı altında. Yaz sonuydu. Sonbahar ardından kış geldi. Günleri, geceleri bomboştu onun için. Bir melankolinin içine saplanıp kalmıştı. Uyuşmuştu adeta. Zaruri ihtiyaçlarının dışında evden hiç çıkmadı. Televizyon açmadı, gazete okumadı, şarkı söylemedi, şiir yazamadı, resim yapmadı yapamadı. Telefonlarına bakmadı. Geceleri rüzgarın, caddelerin, denizin, ormanın sesini dinledi bir de iç sesini. Bekledi , aylar boyunca bekledi. Belki gelecek olanı, belki de bir değişimi.
              İlkbahar gelince toprağın ve doğanın uyanışı gibi yavaş yavaş kabuğundan çıktı. Bir sabah uyandı, baktı ağır bir hastalıktan ya da yükten kurtulmuş gibi hafiflemişti.  Yatağında gerindi. Pencereyi açtı, derin derin nefes aldı. Yavaş yavaş nefesini verdi. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı, yağmur yağacaktı ama olsundu. Fotoğraf makinesini boynuna astı. Motosikletine bindi, ormana giden yola  sürdü. Kendini derin bir uykudan uyanmış ve kuş gibi hafif hissediyordu.
               Yağmur yağmaya başladı.


            "Ve  ZAMAN  usulca  FISILDADI
                                                            Bana  BIRAK..."           
                                                                                                           
                   İnci  Arslan                      
                                                                                                  07.06.2016                              






...Yorumlayın-Paylaşın...

Edip Akbayram Sen Benden Gittin Gideli

...Yorumlayın-Paylaşın...

SEN GİTTİN GİDELİ

  SEN  GİTTİN  GİDELİ

" Öyle ağırım ki kendime,sen benden gittin gideli"
_Şarkı sözü_
    Bir sabah uyandım ki gitmişsin sessiz sedasız,habersizce. Güneş yine doğuyordu. Rüzgar esiyor, yağmur yağıyordu. Sabah, öğle, akşam ve gece zaman akıp gidiyordu. Günler geri dönüşü olmayacak şekilde hızlı/yavaş geçiyordu. Gittin, yoktun işte... Öyle ağladım ki sana, kendime...

    Ben buralarda sensiz kaldım, sessiz kaldım, dilsiz kaldım, nefessiz kaldım. Gözyaşlarımla başbaşa kaldım. Avunma adına neler yaptım. Ne şapşallıklara imzalar attım. Kendi kendime; gittikten sonra mı değerini anladın, dedim. Hayır hayır seninlede, sensizde değerini bildim ben. Sen benden gittin gideli hala ağlıyorum sana, kendime.

    Benim yaşamımda yıllardır vardın, kıymetlimdin. Hangi kapıyı açtımsa karşımda seni buldum. Hangi pencereden baktımsa karşımda seni gördüm. Aklım, fikrim, bakış açım, kavramamı sağladığın güzelliklerim, şarkılarım, türkülerim, melodilerim, şiirlerim, şairlerim, öykülerim, romanlarım ve felsefe... Bilmediğim ve eksik kalan tüm yönlerimi tamamlayan sendin.

    Senden sonra yeniden okudum yazdığın yazıları; diline, yazma biçimine, sözcükleri kullanma yeteneğine yeniden hayran kaldım. Yeniden okudum yazdığın şiirleri; tekniğine, betimlemelerine, harflerle, hecelerle dans eder gibi oynamana ve şairlerle ilgili engin bilgine hayran kaldım. Yine yazılarında anlatmak istediklerini çifte anlamlarla anlatabilmene, her okuyuşumda beni etkileyebilmene hayran kaldım. Yazdığım yazılara yaptığın; o güzel gönül alıcı, aydınlatıcı, sırasında bilgilendirici yorumlarına hayran kaldım.

       Veda bile edemeden gidişini duyduğumda yaşadığım büyük bir şoktu. Benim için o kadar beklenmedik ve ani idi ki günlerce etkisindeydim. Elim ayağım birbirine karıştı, Odadan odaya dolaştım. Ağladım, ağladım. Sonra gözyaşlarımı kuruttum. Hüzünlendim...

    Annemin bir sözü kulaklarımda: "Ölümün yaptğını hiç kimse yapamaz. Dönüşü olmayan yola gidildi mi geride kalanlar darmadağınık olur. O yüzden Allah sabırlar versin denir".

    Bugünlerde `Edip Akbayram dinliyorum. "Sen Benden Gittin Gideli" diyor  cd'sinde ve devam ediyor:
 "Öyle bıkmışım ki kendimden, kurudum düştüm dalımdan
 Sanki ruhum çıktı canımdan, sen benden gittin gideli"

    Penceremde güneş batıyor. Başım ellerimin arasında, gözlerim ufuklara dalmış. Ama ufuklarda sen görünmüyorsun. Yoksun işte, yoksun. Elde kalan hüzün, acı ve anılar...


                                                                                                                                 30 Mart 2016
                                                                                                                                 İnci ARSLAN
                                                                                                                                   -New York-
...Yorumlayın-Paylaşın...

Hayat Konçertosu


 
HAYAT    KONÇERTOSU




" Estik diyebilirim hayat konçertosunun

orta yerinde/ Ötesi yok"

              - Güvez -

   İki gündür kar yağıyor. Gökten kelebekler gibi uçuşarak ağır ağır inen kar taneleri, yeryüzünü bembeyaz bir çarşaf gibi kaplamış. Hava kapalı ve kurşuni renkte. Camdan dışarısını seyrediyorum uzunca bir süredir . Uçuşan kelebeklerden bazıları pencerenin camına yaklaşıyorlar ve aşağılara doğru süzülüyorlar.

Burası şehrin dışında yeni kurulmuş bir yerleşim yeri. Temiz hava ve rüzgarıyla ünlü buralar. Sitenin içinde yollar, yeşil alanlar, parklar; dışında tarlalar, E-6 karayolu ve çimenlerin üzeri beyazlara bürünmüş. Trafik, hava durumundan dolayı yok denecek kadar az.

Aslı hanım pencereyi açtı, başını dışarı uzattı. Bir sağına, bir soluna baktı. Ellerini açtı, kollarını ileri doğru uzattı. Bir anda uçuşan kar taneleri ellerine, omuzlarına ve başına kondular. havanın soğuğu yüzüne çarpınca geri çekilerek pencereyi kapattı. Koltuğuna otururken gülümsüyordu. Yavaşça fısıldadı gülümsemeye devam ederek:

" Havada kar sesi var / Kulağımda da yar sesi olsaydı. "

Gözleri daldı . Eski günlere, çok çok eski günlere gitti. Yine böyle karlı bir kış günü, okuldan eve dönerken yolda Farukla karşılaşmışlardı. Kısa bir selamlaşmadan sonra gözleri birbirini bulmuş, konuşmadan anlaşmışlardı. Elele tutuşup yakındaki parka gitmişlerdi. Parkta kimsecikler yoktu bu soğuk havada. Kar yağışı devam ediyordu. Onlar yürümüş, koşmuş, kartopu yapıp birbirlerine atmışlardı. Sonra boylu boyunca karın üstüne yatıp boylarını ölçmüşlerdi. Kahkahalarla gülmüşlerdi. Bu parkta yalnızdılar ya, kendilerini koca dünyada da yalnız hissetmişlerdi ve özgür. Doya doya gönüllerince eğlendiler. Yüzleri, burunları, dudakları soğuktan kızarana kadar oyalanmışlardı. Birbirlerine sıkı sıkı sarıldılar. Sevgiyle gözlerinin içine baktılar. Orada oluşan duygu yoğunluğu ile aynı anda haykırdılar. " Seni seviyorum."

Aslı ile Faruk çok gençtiler , çok tecrübesiz ve birbirlerine aşıktılar. Islak eldivenlerini çıkardılar. Soğuktan kıpkırmızı olmuş ellerini birbirlerinin avuçları içinde ısıttılar. Gitme zamanı gelmişti anladılar.

Dönüşte Faruk bir cafeye girip çay içmeyi önerdi. Aslı kabul etti. Bir bardak çay iyi gelir içini ısıtırdı. Yollarının üstünde ki cafeye girdiler ve çaylarını içtiler. Aslı Faruk'un yüzüne baktı. Gözleri uzaklara dalmış dalgın görünüyordu. Seslendi genç kız:

--- Faruk bir şey mi var? Dalgın görünüyorsun.

Faruk ses çıkarmadı, dalmıştı. İçini hiç yoktan bir endişe kapladı genç kızın. sabırla bekledi. Nihayet konuştu Faruk:

---Bak Aslı! Ailem üniversiteyi yurt dışında okumamı istiyor. Ben hafta sonu Amerika 'ya uçuyoırum. Orada okumaya devam edeceğim. Bekle beni. Seni seviyorum ve sana döneceğim. Bu günü ve o karlı parkta yaşadıklarımızı unutma .
Aslı şaşkına dönmüştü. Ne diyeceğini bilemedi. Geleceğin belirsizliğini düşünürken doldu gözleri.

--- Sen de, seni sevdiğimi unutma. Seni bekleyeceğim, dedi.

 

Hafta sonu buluşup vedalaştılar. Giden Faruk'du, kalan Aslı.
 


Sonra gelsin özlemler, bekleyişler, planlamalar, uzayıp giden günler, mevsimler, yıllar. Kaç yıl sabretmiş beklemişti Aslı. Yeni gittiğinde gelen telefonlar, mesajlar zaman içinde azalmış sonunda tükenmişti. Faruk'un ailesi başka şehre taşınmıştı. Kimselere soramadı, kimselerden haber alamadı. Günler ayları, aylar yılları kovalarken Aslı ağır bir depresyon geçirdi. Doktor tedavisi, onu çok seven ailesinin ilgisi , iyileşti sonunda. Düzeldi ama kalbi hep kırık kaldı.

Sonra hayat devam etti. Ailesinin isteği ile evlendi yuva kurdu. Ahmet iyi bir insandı. Çocukları oldu, büyüdü. Onları evlendirdi. Torunu oldu. Eşi öldü. Kendi yaşlandı ama ilk aşkını unutamadı.

Şimdi bu kar yağışını izlerken uzun yıllar ötesinden yeniden aklına düşmüştü Faruk. Gökyüzüne baktı hava daha bir kararmıştı. Kar yağışı devam edecekti demek. Gözlerinde canlandı o karlı gün ve o park. Çocuklar gibi gülüp eğlenmişlerdi. Sonra cafede birer bardak çay içmişlerdi. Ne güzel gelmişti sıcak sıcak. Olay, elele gözgöze ebedi bir veda imiş demek. İkisi de şiir severdi. Bir şiirle veda edip geçmişe gömmeliydi bu anıyı.


"Aşk geçti gözlerimden/ Ağlamadım bu yüzden/ Sen uyudun, ben uyandım! / Gittiğinde dolandım kendi içimde/ Bütün yollar çıkmaz sokaktı sana/ Bu şiir sana dair, ötesi yok/ Estik diyebilirim, hayat konçertosunu orta yerinde/ Ötesi yok. (Güvez) "


İçini çekti uçan beyaz kelebeklere bakarken gözleri düşünceli uzaklara daldı.


---Anne gelir misin?  Babaannem koltuğunda uyuya kalmış.


---Geliyorum kızım. Üstünü örtelim uyusun, dinlensin biraz...

03.01.2016
İnci Arslan

 
 

 

 

 

 

...Yorumlayın-Paylaşın...

HAYAT |

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde, yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, dağlara dönmeli yüzünü insan.

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak; yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak…

Hep isteyip de “bir gün yaparım” diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli!

Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını, zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da, o dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.

Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; küçük şeylerle başlamalı belki, örneğin birkaç durak önce inip servisten, otobüsten, yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini, gördüğünü hissedebilmeli!

Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, değerli olabilmeli hayat!

İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!

Başkasının yerine koyabilmeli kendini; ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli! Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!

Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; sevgisiz, soysuz kalarak!

Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...

Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...


Karda, yağmurda, sevincine, coşkusuna; fırtınada, boranda, öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu, bir gencin düşlerinde geleceği, bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!

Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük, her hayal kırıklığı, her acı, bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için, kaçırmamalı!

Çünkü hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için; hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların; merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...

Ne herkesi düşünmekten kendini, ne kendini düşünmekten herkesi unutmamalı! Bilmeli çok kısa olduğunu hayatın, hep vermek ya da hep almak için...

Sadece anlatacak bir şeyleri olduğunda değil, söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli! Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...

Hafızası olmalı insanın; hiç değilse aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için! Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!

Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi, ama kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin, zaman bulabilsin bir teşekkür, bir elveda için...


Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer, asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten, ama herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!

Tıpkı her şeye sahip olamayacağı gibi...

Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı!

Nazan  Danacıoğlu

...Yorumlayın-Paylaşın...
Related Posts with Thumbnails