YENİ YIL İÇİN | KİBRİTÇİ KIZ MASALI

Aralık ayının son günü, karlı bir hava. Gökyüzünde füme renkli bulutlar, yeryüzünde dondurucu bir soğuk. Şehir yeni yıla girmeye hazırlanıyor. Akşam karanlığı şehrin üzerine perde perde inerken, sırtı hafif kambur, zayıf, üstübaşı ince ve eski, eli yüzü soğuktan morarmaya başlamış bir kadın; ağır adımlarla yürüyor...
Yılbaşı için süslenmiş dükkânların vitrinlerine baka baka ilerliyordu kadın. Bin bir çeşit aksesuvarla süslü, bu bol ışıklı vitrinlerden gözlerini alamıyordu. Yanıp sönen, renk renk ışıklar bir mıknatıs gibi onu kendine çekiyordu. Hem yürüyor, hem üşüyor, hem bakıyor, hem üşüyordu. Ayakabılarının altı iyice incelmişti. Yazlık ayakkabılardı bunlar. Ayakları su çekiyordu. Üşüyen yüzünü korumak için yakasını kaldırdı. Burnunu çekti. Derken bir şimşek çaktı...
Havada mı? Beyninde mi? Gözlerinde mi?
Bilemedi. Etraf aydınlandı...

Önündeki vitrinin camına, adeta yapıştı. "Ne güzel gelinlikler bunlar. Allahım ne güzel!" Sanki onlara dokunacakmış gibi, ellerini cama dayadı. Hele birisi vardı ki... Gözlerini, ondan alamıyordu: "Upuzun duvağıyla ne kadar da güzel. Kendisi güpür dantel, eldivenleri dantel!" Asla bir gelinlik giyme şansı olmamıştı bu yalan dünyada. Uzun süre ona bakıyor, inceliyordu. Bir iki adım geri giderek, beyaz ayakkabılarını süzer gibi oldu: "O gelinliğinin altında, acaba nasıl duracaktı bu ayakkabılar..."

Ama... Ama!
İki ayağında, iki ayrı model beyaz ayakkabı. İki çift pabucun, elde kalan sağlam tekleriydi bunlar. Üstelik, ıslak mı ıslak! Naylon çorapları da kaçık!
İçi acıyordu. Birden ayaklarının ağırlaştığını fark etti.
Ayaklarını zorla hareket ettiriyordu.
Vücudu nasılda ağırlaşmıştı.
Gençlik hayallerine dönüyor, başını kaldırıp gelinliğe bakıyordu, hayran hayran.
“Gençliğimde olsaydı, ne kadar da çok yakışırdı bana...”
Hava iyice kararmıştır artık. Şahane gelinlik gözlerinin önünden, ağır ağır uzaklaşmaktadır. Kim bilir? İçi üşür, hüzünlenir. Ağlamakta olduğunun farkında değildir. Gözyaşları soğuk havayla kucaklaşmaktadır. Arkasına döner zorlukla…
Yine bir şimşek çakar. Havada mı? Beyninde mi? Gözlerinde mi? Bilemez yine… Etraf aydınlanır.
Şehrin kalabalığını görür bu sefer. Yoğun bir trafik ve koşuşturan, acelesi olan insanlar.
"Evlerine sıcak yuvalarına koşuyorlar. Hiçbirinin, diğerinden farkı yok sanki..."

Yeniden düşüncelere daldı... "Kimse beni bilmiyor, tanımıyor. Kimse beni umursamıyor bile. Ben yokum onlar için. Ama buradayım. 'İnsan’ kardeşlerim. Görün beni! ”
Eliyle gözyaşını silmek istiyor. Kolunu zor kaldırıyor. Sileyim derken, soğuktan donmuş gözyaşları geliyor eline. Avucuna alıp bakıyor. Mırıldanıyor: “Gözyaşlarım! Hepsi birer inci tanesi...”
Onları düşürmekten korkarak avuçlarını kapatıyor. Olduğu yere, yavaş yavaş çökeyim derken yuvarlanıyor yere. Çok uykusu gelmiştir...

Son bakışı, göğe doğrudur. Şimşek tekrar çakar. Şahane gelinliği görür yeniden yukarılarda: içinde bir genç kadın! Gelinlik ve içindeki kadın ona yaklaşır gibi olur; gülümser. “Bu gelin benim!” der, kadın. "Gelin olmuşum!
Avucunu açar bakar. İncileri su olup yok olmuş. Yerlerinde, sadece bir ıslaklık...

Bakmaktan yorulan gözleri yavaşça kapanır. Uykuya dalmıştır artık...
Belki de o "son uyku"ya... (Dudaklarında... O, hafif tebessüm...)

31.12.2014 | İnci Arslan | Selimpaşa

Yeni Yılınız Kutlu Olsun.
Tüm Dünya İnsanlarına: Barış ve Huzur Dolu, 
Kardeşçe Bir Yaşam Diliyorum!
...Yorumlayın-Paylaşın...

ÖLÜM BİLE | AHMET ERHAN ŞİİRLERİ

Ölüm bile geç kaldıktan sonra 
Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı
Ben her şey bir ırmaktır sanırdım
Bunun için günlükler tutmaya kalktım
Ve tarihleri karıştırdım nasıl da

Aldım şapkamı gidiyorum şimdi
İniyorum kentin çekirdeğine
Kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde
Dev yapılar ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi
Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak
Ben odama döneyim en iyisi

Öyleyse nice yağmur
Niye bir kız saçı gibi sokaklarda
Aynaya baksam kalbim görünür
Aklımda gitgide büyüyen yara

Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür
Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra

"Ölüm Bile" | Ahmet Erhan

Ahmet Erhan (1958-2013): Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü ve uzun süre Türkçe öğretmenliği yaptı. Adana Demirspor'da futbol oynadığı sırada, ağır bir sakatlık yaşadı. Ardından, kendini şiire verdi. Sırasıyla, Behçet Necatigil (1981), Yunus Nadi Armağan (1992), Cemal Süreya ve Halil Kocagöz (1997), Behçet Aysan (2005), Melih Cevdet Anday (2008) "şiir ödülleri"ni almış olan Erhan 1978 kuşağının öne çıkan şairleri arasında yer alan oldukça duyarlı bir kişilikti... ...Yorumlayın-Paylaşın...

ÖĞRETMENLER GÜNÜ | 24 KASIM 2014

Bugün 24 Kasım 2014  "Öğretmenler  Günü". Emekli bir öğretmen olarak gururluyum; hüzünlüyüm, dolu doluyum.  Öğretmenliğim boyunca, nice çocuğa "emek verdim":  öğretip yetiştirdim. Onlara, kendi ailemdenmişler gibi sıcak bir "aile" ve bir "anne" şefkatiyle yaklaştım.
Nice "fidanlar" dikip, o fidanlarımı "bilgi"yle" suladım...
Onları "heyecan, öğrenme azmi, doğruluk/dürüstlük, saygı/sevgi, yöntemli düşünme, hedefler edinip o hedeflere ulaşma ve yeniliklere açık olma vb kavramlarla besledim, büyüttüm çok uzun yıllar.
"Fidan"larımın yetişip, "çiçek ve meyve"lerle dolu, yetişkin birer "ağaç" olduğunu gördüm: hem mutlu hem de gururluyum!
...
Elbette, ben de bir zamanlar öğrenciydim. Benim de "öğretmen"lerim oldu...
Bu günü kutlarken, bu günlere gelişimi anmadan geçmemeliyim...
1960 yılı Haziran'ında "Edirne  Kız  Öğretmen  Okulu"nu bitirdiğimiz gün, arkadaşlarımızla mezuniyet gününde, hep bir ağızdan şu marşı söylemiştik:

"Alnımızda bilgilerden bir çelenk,
Nura doğru can atan Türk genciyiz.
Yer yüzünde yoktur, olmaz Türk’e denk;
Korku bilmez soyumuz...
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.
Candan açtık cehle karşı bir savaş,
Ey bu yolda ant içen genç arkadaş!
Öğren, öğret hakkı halka, gürle coş;
Durma durma koş...
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.

"Öğretmen Marşı" | İsmail Hikmet Ertaylan

Ben, bu marşı bugüne kadar "47 kez", her "Öğretmenler Günü"nde söyledim: yüreğimden gelerek...
Bu marşta verilen her sözü kendi sözüm saydım. Harfi harfine uydum ve sözümü yerine getirdim: içimden gelerek...

"Öğretmenlik bayrağı"nı genç arkadaşlara bırakalı bir hayli zaman oldu...
Tüm öğretmen arkadaşlarımın ve yaşayan tüm öğretmenlerimin "Öğretmenler Günü'nü kutluyor, hepsine sonsuz başarılar diliyorum.

Öğretmenler için iki güzel şiiri de, sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Ben bir öğretmenim okulların birinde
Duymayı, düşünmeyi öğretirim derslerimde...

Bir söz yağmurudur, ders dediğin de,
İnsan göklerinden, rahmet yerine,
Kitaplar dolusu yağar da yağar...
Benim çocuklarım bu bahçelerde,
Bu yağmur altında ıslanmadalar.
Bir yağmur sonrası gelin seyredin,
Her taraf tepeden tırnağa bahar...

Bulutsuz masmavi dünyalarına,
Sevginin, sevincin güneşi doğar.
Böyle çocuklarla dolar her yanım,
Çocuklar kardeşim,
Çocuklar arkadaşım,
Canım...


Onlarda toplanmıştır
Geçip giden zamanım,
Bir parıltı görsem gözlerinde,
Bilgiden, anlayıştan yana,
Bir hal olur bana...

Zannedersiniz ki, dünyalar benim...
Çocuklar, kitaplar, yazı tahtası
Enine boyuna bütün zamanlar,
Dört duvar arası bir dersanede,
Her dinden, her dilden gelmiş insanlar.
Bizimle konuşur hayal ederler,
Bağlanır kalırız kendilerine.
Hikâye anlatır, şiir söylerler,
Mutluluk üstüne, ümit üstüne..."

"Ben Bir Öğretmenim" | M. Gündüz Göktürk

"Ben öğretmenim,
Sevdalısı bu yurdun.
Dolaşırım sınırlarında yurdumun
En yüksek burçlarına çıkar,
Bayrak olurum.
Ben öğretmenim,
Bir rüzgâr olur eserim,
Erzurum yaylasından.
Bütün yaylalarımda dolaşırım.
Özgürlük olurum.
Ben öğretmenim,
Yalnızlık türküleri söylerim, mezralarda…
Kemeraltı çarşısındaki insan seline karışır,
Karışır yüreğim…
Umut olurum.
Ben öğretmenim,
Göçmen kuşlar gibi dolaşırım yurdumda,
Geceyle biter yolculuğum.
Aydınlık olur her yan. Işık olurum.
Ben öğretmenim,
Baharların sevdalısı…
Çocuklarımın gözlerinden akıp içeri,
Can veririm.
Hayat olurum.
Ben öğretmenim,
Gökyüzü hepimiz için mavi…
Bulut olur dolaşırım göklerde.
Sonra indiğim yerde,
Rahmet olurum."

"Ben Öğretmenim"  | Adem Akyol

Ayrıntıları seven okurlarıma, kutlanan bu "Öğretmenler Günü" kutlamalarıyla ilgili birkaç önemli not ekliyorum:

"Öğretmenler Günü", öğretmenlik mesleğini yürüten kimseleri onurlandırmak için çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bir kutlama günüdür.

Türkiye’de her yıl 24 Kasım, "Öğretmenler Günü" olarak kutlanır. Niçin 24 Kasım?
Çünkü 1928 yılının "24 Kasım"ı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür.


Pek çok ülkedeyse 1994’ten beri her yıl "5 Ekim" günü, UNESCO önerisiyle "Öğretmenler Günü" olarak kutlanmaktadır. "5 Ekim" günü, 1966 yılında Paris’te gerçekleşen “Öğretmenlerin Statüsü Hükümetlerarası Özel Konferansı”’nın sona erip UNESCO temsilcileri ile ILO tarafından “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi”’ni oybirliği ile kabul edilişinin yıldönümüdür.

Kendi kültürel ve tarihi özelliklerine, okul tatil günlerine göre çeşitli ülkelerde farklı tarihler, Öğretmenler Günü olarak belirlenmiştir. Örneğin 12 Arap ülkesinde (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, Katar, Libya, Mısır, Suudi Arabistan, Tunus, Umman, Ürdün, Yemen) her yıl "28 Şubat" günü, "Öğretmenler Günü" olarak kutlanmaktadır. Bu özel gün bazı ülkelerde iş günü içinde, bazılarındaysa tatil gününde kutlanır. ...Yorumlayın-Paylaşın...

SERÇE ve SONBAHAR


Sonbahar geliyor serçe
Yuvanı nereye yapacaksın?
Rüzgâr başka türlü esecek
Yağmurlarla ıslanacaksın!

Halbuki, ne kadar da sıcaksın!

Sonbahar; rüzgâr, yağmur... Ağaçların yaprakları ölüme uçuyor. Önce sararıp soluyor sonra kahverengi oluyor. Dalından düşüp rüzgâra karışıyor. Doğa, korumacı kimliğine bürünüyor. Bazı hayvanlar kış uykusuna yatıyor. Göçmen kuşlar sıcak ülkelere gidiyor seneye tekrar gelmek üzere... Kaçı dönebilecek, kaçı eski yuvalarını yerli yerinde bulabilecek... İnsanlar telaş içinde koşturuyorlar; yaşam mücadelesi içindeler. Aş düşünüyorlar başka şeyler düşünmeye zamanları yok.
Ah! Seni acımasız ve geri dönüşümsüz "zaman" seni!
   Acımasız insanoğlu, bu sonbaharı kana bulamaya devam ediyor. Egemen güçlerin birtakım maşalarıysa, ölüm, hastalık, yakmak, yıkmak, çocukları öksüz, yetim, evsiz, yersiz, yurtsuz bırakmaya koşullanmış azgınca koşturuyor. Haritalar değişiyor. Birtakım kişiler kendi aralarında toplanıp, insanların, milletlerin hatta devletlerin kaderini değiştirecek planlar yapıyor ve bunları uygulamaya sokuyor. Uzun yıllardır bu hep böyle.
   Nefret, acımasızlık, suç atma, kanunları düşüncelerine göre yersiz ve sorumsuzca uygulama, insanların kaderiyle oynama almış yürümüş.
   Milletlerin kültür değerlerini yok etmeye çalışma ve bunları uzun yıllar boyu sistematik bir şekilde yapma. İnsanların biz ne zaman değiştik, ne zaman vurdum duymaz olduk; eskiden şöyle şöyleydi, şimdi böyle diye başlayan söylemlerine bıyık altından gülmeler. Gençlerin yaşlılara, oooo sizin devriniz geçti şeklindeki çıkışmaları; yaşlılarınsa, ne olacak bu gençliğin sonu diyerek kaygılanmaları...


   Üşüyorum minik "serçe". Rüzgâr beni de üşütüyor, yağmurlar beni de ıslatıyor.
Yuvamda yalnızım... Dışarda yağmur yağıyor, dünya ıslanıyor üstündeki her şeyle.
Ben içerde gözlerim kupkuru; çaresiz yaşlılığım ve yalnızlığımla, gelecek baharı bekleyeceğim...
Bin bir dilekle bekleyeceğim. Ve diyeceğim ki:

   Nefret, kıskançlık, anlayışsızlık, "neme lazımcılık", "bana dokunmayan yılan bin  yaşasıncılık" son bulsun; yerine insaf, izan, merhamet, ileri görüşlülük, hoşgörü ve sevgi gelsin...
   Yurduma güneş doğsun... İnsanlar kardeş olsun...
   Çocukların, ana ve babaların; tüm "insanlığın" yüzü gülsün!





...Yorumlayın-Paylaşın...

GÜNÜN SÖZÜ | VICTOR E. FRANKI


"Senin kontrolün dışındaki olaylar, senden her şeyini alabilir.
Ancak, tek bir şeyini alamaz...
O şeyse, bu duruma nasıl tepki vereceğini seçme özgürlüğüdür."

-Victor  E.  Frankl                                     
...Yorumlayın-Paylaşın...

Altın Öğütler | Mevlânâ Celâleddîn

Mevlânâ Celâleddîn 1207'de Horasan'ın Belh yöresinde, bugün Tacikistan sınırları içinde kalan Vahş kasabasında doğmuştur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmşahlar hanedanından Türk prenses Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.

Babası, bilginler sultanı unvanıyla tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Babasına bilginler sultanı (sultânü'l-ulemâ) unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleriyle açıklamaktadır. Ancak etnik kökeni tartışmalıdır; Fars, Tacik ya da Türk olduğu yönünde görüşler mevcuttur.

Mevlânâ, çocukken babasıyla bir kervan yolculuğu yapar. Yolculuk sırasında o önde, babasıysa en arkadadır. Bunu gören zamanın büyük din alimlerinden Muhyiddin Arabi: "Hey gidi dünya hey! Küçük bir nehir, koskoca bir denizi önüne katmış gidiyor," der. Anlaşılan Arabi onun geleceğini daha o günden görmüştür.

Seyyid Burhaneddin: Doğduğu yerden ailesiyle birlikte Anadolu'ya gelip yerleşen Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232'de Konya'ya gelen, önemli İslam bilginlerinden Tirmizli Seyyid Burhaneddin'in manevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir.

Şems'i Tebrizî: Elbette Muhammed’in ahlakını örnek alan, devamlı bir arayış içerisinde olmuş, manevî bir işaret üzerine de Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’yi arayıp bulan, Azerbaycan Türklerinin İslam alimi ve mutasavvıfı, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan Şemseddin-i Tebrizî'den de söz etmek gerekir.
Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlânâ'yla üç ya da üç buçuk yıl süren beraberliğin sonunda, onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş ve onu ilahi aşkın potasında eriterek kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur.

Mevlânâ, İslâm tasavvufunun en önemli ve en büyük yapıtı kabul edilen, ilk 18 beytini kendi yazdığı Mesnevî-i Manevî'sini (Mesnevî), en yakın ikinci dostu saydığı Hüsamettin Çelebi'ye yazdırmıştır.
25 bin 700 beyitten oluşan Mesnevî'de, tasavvuf öğretisi öyküler aracılığıyla anlatılır ve olaylar yorumlanırken tasavvuf ilkeleri de açıklanır.
Mevlânâ'nın öbür eserleri: Büyük Divan (Divan-ı Kebir), Fihi Ma-Fih (Ne Varsa İçinde), Mecalis-i Seb'a (7 Vaaz), Mektubat'tır (Mektuplar).

Mesnevî'sini bitirdiği zaman artık epeyce yaşlanmış olan Mevlânâ yorgun düşmüş, ayrıca sağlığı da bozulmuştu. 1273'te ölen Mevlânâ'nın, öldüğü gün olan 17 Aralık, onun sevgilisi saydığı Rabb'ine kavuşma günü, yani Şeb-i Arûs (düğün gecesi) olarak anılır.

MEVLÂNÂ'DAN  ALTIN  ÖĞÜTLER
  • "Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol
    Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
    Başkalarının kusurunu örtmede güneş gibi ol
    Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
    Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol
    Hoşgörülülükte deniz gibi ol
    Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol"
  • "Her gün bir yerden göçmek ne iyi
    Her gün bir yere konmak ne güzel
    Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
    Dünle beraber gitti cancağızım,
    Ne kadar söz varsa düne ait,
    Şimdi yeni şeyler söylemek lazım"
  • "İnsanlar biraz da kusur ve yanlışlarıyla güzeldir. Başkalarına zarar vermeyen zaaflara da hoşgörülü olmak gerekir"
  • "Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Haktan mı? Ne boş zahmet"
  • "Ben şu dünyada güzel huydan daha iyi bir haslet görmedim"
  • "Allah, insana şah damarından daha yakındır. Halbuki sen ok gibi olan düşünceni uzaklara fırlatmadasın. Ey yayını çekip, oku atan! Av yakında, sense uzağa bakmaktasın"
  • "Allah için ateşe atılmak vardır. Lakin ateşe atılmadan önce kendinde İbrahimlik olup olmadığını araştır. Çünkü ateş seni değil İbrahimleri tanır ve yakmaz."
  • "Ecel, verileni almadan önce, verilmesi gereken herşeyi gerekir."
  • "Ey Allah! Ölüm çağında, can kuşumuz, beden kafesinden çıkacağı zaman, ona yemyeşil kutluluk ağacını dallarını göster de onları dilesin, istesin; o dilek ve istekle bir hoşça kanat çırpsın, ürkmeden sevinçle kafesten uçup gitsin"
  • "Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen nefesini yakadur"
  • "Taş yeşermez geçmiş olsa da Nevbahar
    Toprak ol da bak nasıl güller açar
    Taş gibi idin çok gönül kırdın
    Toprak ol üstünde hoş güller biter"
  • "Kimde bir güzellik varsa bilsin ki ödünçtür"
  • "Kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar"
  • "Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır"
  • "İnsanları iyi tanıyın. Her insanı kötü bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin"
  • "Körler çarşısında ayna satma. sağırlar çarşısında gazel atma"
  • "Dostlarınızı sıkça ziyaret ediniz. Çünkü üzerinde yürünmeyen yollar, diken ve çalılarla kaplanır"
  • "Nasıl bakarsan öyle görürsün"
  • "Sende en iyi ne ise dostuna ondan  ver"
  • "Nice insanlar gördük üstlerinde elbise yok!
    Nice elbiseler gördük içlerinde insan yok!"
  • "En büyük israf ömrün boş yere harcanmasıdır"
  • "Kim demiş gül yaşar dikenin himayesinde?
    Dikenin itibarı gülün sayesinde"
  • "Geveze birine sır söylemek, çatlak testiye su koymaya benzer"
  • "Yaşadığımız dünyaya bak: Yüce Allah, hangi eserini sevginin kucağında büyütmemiş? Neden okşamak ve kucaklamakla gidilecek yola, tekme ve tokatla erişmeyi tercih edersin?"

"Dünya uyanıklığı aldatıcıdır:
Uyanık görünen kişi aslında derin uykudadır.
Uyanıklığı uykusundan daha beterdir.
Varlığın Allah ile uyanık değilse,
Uyanıklığın, hapishanedeki uyanıklık gibidir."

"İnsan yok olabilir, özü yok  olmaz.
Cenazemi gördüğünde 'ayrılık' diye feryat etme,
Neden güneşin ve ayın batışından şikâyetçisin?
Mademki mezara indirilişimi seyrettin, çıkışını da gör.
Hangi tohum yere döküldü de çıkmadı gitti?"


Mevlânâ'dan insanlığa çağrı:

"Gel... Gel... Yine gel... İster  kâfir ol, ister putperest, ister mecusi... Bizim dergâhımız, pişmanlık dergâhı değildir. Bin kere tövbe etmiş olsan da, Bin kere bozmuş olsan da tövbeni, Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. Gel... Gel, yine gel... Yine gel..."



...Yorumlayın-Paylaşın...

Yunusça


Her kim bana düşman ise, Hak yar olsun ona,
Her nereye varır ise, bağ bahar olsun ona.

Bana zehir sunan kişi, bal şeker olsun aşı,
Gelsin kolay cümle işi, eli erer olsun ona.

Önümce kuyu kazanı, Hak tahtına yüceltsin onu,
Ardımca taşlar atana, güller saçılsın ona.



Acı yaşayışım isteyen, tatlı yaşasın dünyada,
Kim ölümüm ister ise, bin yıl ömür versin ona.

Her kim ister ben hakir olam, düşman elinde ağlayam,
Dostları sevinçli, düşmanı dost ve uzak olsun ona.

Yoksul Yunus dünyada güldüğünü istemeyen,
Ağladığım isteyene, gözüm pınar olsun ona.


Yunus Emre
...Yorumlayın-Paylaşın...

2014 Anneler Günü




HER ANNE DEYİŞİMDE

Her "anne" deyişimde,
Bir gül süzülür gökyüzünden gönlüme...
Alevden bir lalenin kadehine konan şebnem gibi
Serinletir yüreğimi...

Her "anne" deyişimde,
Hasret deryasındaki sedeflerimin içine
Bir nisan damlası düşer,
İnciye durur yüreğim...

Her "anne" deyişimde,
Saçlarımda bir cennet meltemi
Dupduru ırmaklarda yunup yıkanıyorum,
Aydınlığa eriyorum.

Her "anne" deyişimde,
Ellerim bulutlara eriyor
Dudaklarımda tüllenen düşünceler,
Yıldız oluyor gecemi aydınlatıyor,
Benim canım anneciğim!

 
Ahmet Yavuz

 
"Dünyanın Bütün Annelerine
Sevgilerimle..."


...Yorumlayın-Paylaşın...

Sevgililer Günü | 14 Şubat 2014


 ... Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun ...




"Sevdiğin Kadar " | Can Yücel
 
 
 
 
...Yorumlayın-Paylaşın...

GEZDİM GÖRDÜM BEĞENDİM | ABD - NEW YORK

NEWYORK SANAT MÜZESİ






















...Yorumlayın-Paylaşın...
Related Posts with Thumbnails